Uğursuzluğun Aslı Var Mıdır?

By | 10 Şubat 2015

ugursuzlugun-asli-var-midirHer bölgede halk tarafından farklı ve değişik şeyler uğursuzluk alâmeti sayılmaktadır. Meselâ köpeğin uluması, merkebin anırması, geceleri baykuşun ötmesi gibi… Bunlar aslı astarı olmayan inançlardır. Bir şeyi uğursuz sayarak ondan fayda ve zarar beklemek doğru değildir. Zira her türlü fayda ve zarar ancak Allah’ın takdiriyle meydana gelir.
af ve temiz İslâm inancı, fal, medyumluk, kehanet, uğursuzluk gibi her türlü hurafe ve boş âdetlerden uzaktır. Hiçbir faydası olmayan, aksine, Müslümanların sağlam inançlarına zarar veren, kişinin hak ve hakikate olan bağlılığını zedeleyen inançlar hiçbir şekilde hoşgörü ile karşılanmaz, onların yayılmasına göz yumulmaz.

İslâm nuru doğmadan önce bilhassa Araplar arasında o kadar hurafe ve mânâsız inançlar kol gezmekteydi ki, insanlar en ciddi ve hayatî meselelerini bile uydurdukları şeylere göre düzenlerlerdi.

Meselâ Cahiliye devrinde Araplar kuşları ve geyikleri ürkütürler, hayvan sağ tarafa giderse işlerine güçlerine veya yollarına devam ederler; sol tarafa giderse yapacakları şeyden dönerler, uğursuzluk yorumunda bulunurlardı. Böylece, yapacakları birçok işten geri kalırlardı.

İşte böyle şaşkın bir millet içinde çıkan Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Araplar tarafından “nass” gibi kabul edilen her türlü boş ve mânâsız alışkanlık ve inançlarla mücadele etti, insanları onlardan vazgeçirmeye çalıştı.
Bir hadis-i şerifte “Hastalığın bir başkasına (Allah’ın takdiri olmaksızın) geçmesi, uğursuzluk, baykuş(un ötmesi), karındaki yılan diye bir şey yoktur” buyurarak o zamanlar yaygın halde bulunan yanlış inançların asıl ve esaslarının olmadığını bildirdiler.

Yine Cahiliye Arapları baykuşun, ölünün ruhundan meydana geldiğine, insanın karnında bir yılanın bulunduğuna ve acıkınca insanı öldürdüğüne inanırlardı. İşte, hadis-i şerifte bunların bir mânâ ve tesirinin bulunmadığı, bir zarar ve menfaatinin de olmadığı belirtilir.

Uğursuzluk görüşü ne ilimle, ne de akıl ve gerçekle bağdaşmaz. Sadece kişinin bazı zaaflarına yenik düşmesinden ve o zaafın arkasından sürüklenerek vehmini doğrulamak için bahane aramasından ibarettir. Çünkü bir şeyi uğursuz saymakta belâyı beklemek vardır.

Meselâ bacasına baykuş konan adam başına bir belâ geleceği zannına kapılır ve onu bekler. Burada İlâhî rahmetten ümidi kesme olduğu gibi, kadere imanın zayıflığı da ortaya çıkar.
Bir şeyi uğursuz sayarak ondan fayda ve zarar beklemek doğru değildir. Zira her türlü fayda ve zarar ancak Allah’ın takdiriyle meydana gelmektedir.

Her memlekette ve her bölgede halk tarafından farklı ve değişik şeyler uğursuzluk alâmeti sayılmaktadır. Meselâ köpeğin ulumasını, merkebin anırmasını, geceleri baykuşun ötmesini uğursuz sayan yerler olduğu gibi, bazı günler temizlik yapmayı, tırnak kesmeyi ve çamaşır yıkamayı uğursuz gören bölgeler de vardır. Bunlar da hadiste zikredilen hususlara benzemektedir. Aslı astarı olmayan inançlardır.

Bu lüzumsuz inançları hoş karşılamayan Peygamberimiz (a.s.m.), “İslâmda teşeüm yoktur, en hayırlısı tefeüldür” buyurarak teşeümün, yani bazı şeyin uğursuzluğuna inanmamn mânâsızlığım ifade ederken, uygun ve müsbet olanı da bildirir.

Ebû Hüreyre’den (r.a.) gelen bir rivayete göre, “Peygamber (a.s.m.) güzel tefeülden hoşlanır, bir şeyi uğursuz saymaktan hoşlanmazdı.”
“Tefeül” bir şeyi hayra yormak mânâsına gelmektedir. Tefeülün misâlini Peygamberimizde (a.s.m.) görmemiz mümkündür. Nitekim Hudeybiye Sulhunda müşrikler, Müslümanları zor durumda bırakmışlardı. O sırada müşrikler tarafından anlaşma için Süheyl ibni Amr’ın başkanlığında bir heyetin gelmekte olduğu duyulunca, Resul- i Ekrem (a.s.m.) kolaylık ve yumuşaklık ifade eden “Süheyl” adıyla tefeül ederek Ashabına “Artık işimiz kolaylaştı” buyurmuştur.

Yolculuğa çıkan bir kimsenin, yolda “Salim” diye birisinin çağırıldığım duyduğunda bunu yolculuğunun selâmetle geçeceğine yorması, hasta bir kişinin doktora giderken yolda “Salim” isminin çağrıldığını duyarak bunu hastalıktan kurtulacağına tevil etmesi birer tefeüldür.

Resulullah’m (a.s.m.) tefeülü sevmesi, sonuç itibarıyla Allah Teâlâdan bir hayır ve fayda ummayı gösterdiği içindir. Çünkü insanın kuvvetli ve zayıfbir sebepten dolayı Allah’tan bir fayda beklemesi hayırdır. Fakat Allah’tan tamamıyla ümidini keserse, bu kendisi için şer olur.

İnsanın bir işin hayır veya şer olup olmadığını, menfaat veya zararını kestiremediği, yapıp yapmamada tereddüt ettiği meselelerde bazı şeyleri uğursuz sayarak ona göre hareket etmek yerine istişarede bulunması, ehil kimselerin görüşünü alması tavsiye edilir.

Ayrıca hadiste geçen istihare namaz ve duâsına başvurabileceği de söylenmiştir. Böylece zor durumlarda istihare ruha ferahlık veren İlâhî bir çaredir.