Tesettürsüz Gezmenin Sorumluluğu

By | 2 Şubat 2015

tesettursuz-gezmenin-sorumluluguBaşlarını açan kadınlar ırz ve namuslarını muhafaza etseler de, bu Allah’ın emrine uygun bir koruma sayılmamaktadır. Allah ve Resulünün emrini dinlemediği için günahkâr olmakta, büyük bir sorumluluk altına girmektedir. Bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir.

Önce, örtünme konusunun dinî yönüne bakalım. Bu hususta Kur’- ân-ı Kerimde iki âyet mevcuttur. Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak gayet açık bir şekilde meâlen şöyle buyurmaktadır:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar”!

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, nâmuslannı da korusunlar. Ziynetlerini ise, görünmesi zarurî olan kısımlar müstesnâ, açığa vurmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler.”
Âyetlerde mü’min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor. Fakat şu meâldeki hadîs-i şerif âyetleri tefsir ediyor. Peygamberimiz (a.s.m.) baldızı Hz. Esma’ya hitaben şöyle buyurmuştur:
“Ey Esmâ! Bir kadın âdet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir.”

Demek ki, büluğ çağına gelmiş olan Müslüman bir hanımın başını kapatması, hem Allah’ın, hem de Peygamberin emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayndır. Açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır.
Zaten âyetten de açıkça anlaşılacağı gibi, “ırz ve namusun korunması” başı örtmenin bir hikmeti, aynı zamanda bir sebebi sayılmaktadır.
Başlarım açan kadınlar ırz ve namuslarını muhafaza etseler de, bu Allah’ın emrine uygun bir koruma sayılmaz. Allah ve Resulünün emrini dinlemediği için günaha girer, büyük bir sorumluluk altına girmiş bulunur.

Bir mü’min kadının başı açık gezmesi caiz olmadığına göre, bu sorumluluktan kurtulmak için ne yapabilir?

Yapılacak şey bellidir. Başını kapattığı zaman hayatî bir tehlike veya yanık ve benzeri sağlıkla ilgili bir sakıncayla karşılaşacaksa, o tehlike ve sakınca ortadan kalkıncaya kadar açık bırakılabilir. Fakat böyle bir durum yoksa, kapatmak gerekir.

Kapatmayınca ne olur? Başta da söylediğimiz gibi günaha girmiş olur. Günaha giren kimse, bu günahından kurtulmak için tevbe istiğfar eder, Allah’tan affını diler. Fakat nasıl bir hatâ ve günahın akabinde tevbe edilir? Tevbenin şartı nedir?
Al-i İmrân Sûresinde şu meâlde bir âyet-i kerime yer alır:

“Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar—İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne güzeldir.”

Demek ki, bir tevbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl karşılayacağını bahane ederek aynı günahı işlemeye devam ederse ne olur? Bu husustaki bir hadisin meâli şöyle:

“Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah’tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kurân’da geçen ‘günahın kalbi kaplaması’ bu mânâdadır.”
Evet, “Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır” sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki:

Bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük mânevî tehlikelere sürükler. Günahın âhirete ait bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider. Yani kalpte yer tutan o günah tohumu zaman içinde -Allah korusun- yeşillenerek bir zakkum ağacı haline dönüşebilir.
Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın telkinlerine kanmamak için, insanın bir an önce tevbeyi gerektirecek günahı terk etmesi gerekir.

Böylece hem Allah’ın emrini her şeyin üstünde kabul ederek bir farzı işlemiş olur, hem de bu hususta vesvese veren şeytanı reddetmiş olur. Zaten bir Müslüman, hem Allah’ın rızasını kazanmaya çalışacak, hem de bazı haramları işleyerek şeytanı küstürmeyecek, böyle bir şey mümkün değildir.