Şecaat ve Necdet Nedir?

By | 20 Mayıs 2015

secaat-ve-necdet-nedirŞecaat, dinî ve dünyevî haklarını korumak için canını dahi verecek derecede gösterilen bir yiğitlik olarak tarif edilir. “İhtiyaç olduğunda, şiddet ve tehlikelere karşı yürümek hususunda kalbin yılmaması, ölümü küçümseyip ondan korkmaması” şeklinde de tarif edilmiştir. Türkçe’ye cesaret olarak çevrilebilir. Necdet ise, korku ve dehşet veren bir olay anında ve olağanüstü haller karşısında sabır ve sebât göstererek soğukkanlılığını koruyup, endişeye kapılmadan sakin bir şekilde hareket etmek ve çözüm üretmeye yönelmektir. Bu hasletlerin ikisi de Efendimizde (aleyhissalatu vesselâm) zirveleşmiştir.
Allah Rasulü (aleyhissalatu vesselâm), birbirine zıt gibi görünen iyi vasıfları nefsinde toplamış farklı bir insandır; şecaat-i kudsiyesini arz ederken arslanların ödünü koparır; bir mazlum iniltisi duyduğu zaman onun ruh haletini paylaşır, onunla oturur inler.
Birbirine zıt gibi görünen bu sıfatları, Din-i Mübin-i İslâm’da mühim bir esas olan “sırat-ı müstakim” yorumu çerçevesinde ele almak ve öyle değerlendirmek mümkündür. Mesela Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), her şeyden evvel bir şecaat ve cesaret abidesi idi. Öyle ki, muharebe meydanlarının Haydar-ı Kerrar’ı Hz. Ali (r.a.), O’nun bu yanını ifade ederken; “Biz, muharebelerde başımız sıkıştığı zaman Resûl-ü Ekrem (aleyhissalatu vesselâm)’e sığınırdık.” der. Nitekim Huneyn’de öyle olduğu gibi Uhud’da da, bir yönüyle kırılıp dökülmüş ve âdeta felç olmuş cemaatini, düşmanın içine korku salacak şekilde yeniden harekete geçirmiş; geçirmiş ve âdeta “Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkanrsın.” (Al-i İmran, 3/27) hakikatinin mazharı olarak o sarsılmış, kırılmış ve dökülmüş cemaatten dipdiri ve taptaze bir ordu çıkararak yeniden düşmanı yakın takibe almış, Mekke’ye kadar kovalamıştır. İşte bu, O’nun şecaat-i kutsiyesinin bir ifadesidir ve sahasında nazirsizdir.