Roma Medeniyeti’nde Kadın

By | 16 Nisan 2015

roma-medeniyetinde-kadin       Roma’da ailenin reisi durumunda olan erkek, karısı ve çocukları üzerinde mutlak bir yetki ve otoriteye sahipti. Öyle ki karısına ve çocuklarına istediği her şeyi yapabilirdi. Hatta genellikle onları öldürme yetkisi bile vardı. Aile reisi isterse, çocuklarının tümünü satabilirdi. Bir müddet sonra bu konuda yeni bir kanun çıkarılarak, babanın yalnızca üç çocuğunu satabileceğine karar verildi.
Erkek, karısı ve çocukları üzerinde böylesine mutlak ve sınırsız tasarruf hakkına sahip olmasına rağmen, onlara karşı hemen hemen hiçbir sorumluluk üstlenmiyordu. Babanın, erkek ve kız çocuklarını ailesine kabul etme mecburiyeti bulunmuyordu. Yeni doğan çocuk, babanın ayakları dibine bırakılır; baba onu ailesine kabul etmek istiyorsa kaldırıp kucağına alır, böylece ailesine kabul etmiş olurdu. Eğer çocuğu yerden kaldınp kucağına almazsa, çocuğu ailesine kabul etmiyor sayılırdı. Bu durumda çocuk, umumi yerlere veya putların önüne bırakılırdı. Buralara bırakılan çocuk erkek ise, isteyen alıp götürebilirdi. Fakat terk edilen çocuk kız ise, çoğu kere bakımsızlıktan dolayı ölürdü. Bunun yanı sıra aile reisi, dilediği zaman yabancı birini ailesine katabilirdi.
Aile reisi olan erkeğin, erkek ve kız çocukları üzerindeki hâkimiyeti çocukların hayatı boyunca sürerdi. Aile reisi, çocuklarını satabilir, sürgün edebilir, öldürebilir, onlara dilediği gibi işkence edebilirdi. Çocuklar hiç bir zaman babalarının hâkimiyetinden kurtulamazlardı.
Aile reisi olan erkek, bütün ailenin mallarına sahip olurdu. Karısı ve çocukları, mülk edinme hakkına sahip değillerdi. Onlar yalnızca malların artırılması için çalışmak zorundaydılar.
Kız ve erkek çocukları, babalarının istediği kimseyle evlenmek zorundaydılar. Bu hususta onların asla söz hakkı yoktu.
Kız evlat, evlense bile mal ve mülk sahibi olma yetkisine sahip değildi.
Onun kazandığı malların tümü aile reisinin mallarına katılırdı. Daha sonra Jüstinyen zamanında kızın çalışarak kazandığı mallann, onun kendi mülkü olduğu kabul edildi. Fakat bu mallarda kızın tasarruf hakkı, aile reisinin onayını almasına bağlıydı.
Kız evlatlar, Önceden, hayat boyunca aile reisinin, ondan sonra da aile reisinin vasi ve vekil tayin ettiği erkeğin emri altında kalırdı. Son zamanlarda bu durum değişerek, kadının, seçtiği bir vekil ve vasiye kendisini satması biçiminde gerçekleşmeye başladı.
Kızlar, evlendiklerinde kocalarıyla, “Efendilik Anlaşması” adı verilen bir sözleşme yaparlardı. Bu anlaşmaya göre kadın, kocasının efendi olduğunu resmen kabul etmiş olurdu. Bu da, üç şekilde gerçekleşirdi:
1) Kâhinler tarafından idare edilen bir törenle,
2) Kocanın, kansmı sembolik bir şekilde satın alması ile,
3) Evlilikten sonra bir yıl boyunca süren beraberlikle.
Bu antlaşmadan sonra babanın (aile reisinin), kız üzerindeki hâkimiyeti kocaya geçerdi.
Roma kanunları kadını ehliyetsiz kabul ediyor, buna gerekçe olarak da şu üç hususu gösteriyordu:
1) Yaş,
2) Akıl,
3) Cinsiyet.
Romalı hukukçulara göre kadının aklı azdır; bu nedenle de ehliyetsizdir. Kadının yaşı büyük olsa bile, kadın olduğu için aklı kısadır; mutlaka bir erkeğin vesayeti altında olması gerekir.
Roma medeniyetinin ilk dönemlerinde, kadınlar genellikle aile düzenine bağlı olup evlerinde otururlardı. İffet, ismet, şeref gibi mefhumlar onlar için değerli özelliklerdi. Bu değerlere, asalet ve şerefin ölçüşü nazarıyla bakılırdı.
Senato üyesi olan asil bir Romalı, öz kızının gözü önünde karısını öpmüştü. Onun bu laubaliliği, toplum tarafından millî ahlâka hakaret sayılarak görevine son verilmişti.
Roma toplumunun eski dönemlerinde, kadınm-erkek arasındaki münasebetin tek meşru ölçüsü nikâh olarak kabul ediliyordu. Kadının, toplumda saygı görmesi, anne olmasıyla mümkündü. Toplumda fahişeler bulunsa da, bunlara değer verilmez, aşağılık ve haysiyetsiz kimseler olarak bakılırdı.
Medeniyetin zirveye tırmanmasıyla birlikte, ahlâkî değerlerde bozulmalar baş gösterdi. Kadın ve aile ile ilgili düşünceler değişti. Nikâh, sadece kanunî bir anlaşma haline geldi. Aile müessesesi, bütün bağlardan koparılarak iki tarafın keyfine terk edildi.
Daha sonra kadınlara da erkekler gibi eşit miras hakkı tanındı. Kadın, babasının ve kocasının vesayetinden kurtularak serbest bir hayata kavuştu. Artık dilediği şekilde yaşamaya başladı. Romalı kadın, ekonomik hürriyetine de kavuşmuş oldu. Hatta zamanla kadınlar ekonominin iplerini ele geçirerek tefeciliğe bile başladılar. Kocalan da dâhil olmak üzere isteyenlere faizle para veriyorlardı.
Öte yandan kadına, dilediği zaman kocasından boşanma yetkisi de tanındı. Bu ise evlilik bağlarının tümüyle kopmasına sebep oldu.
Boşanmalar arttı. Kadınlar sık sık koca değiştirmeye başladılar. Kısa bir müddet içinde birçok erkekle evlenip boşanan kadınlar görüldü. Bu hususta erkeklerde kadınlardan hiç geri kalmadılar, hatta onları da geçtiler. Öyle ki bir yıl içinde yirmi dokuz kadınla evlenen erkeklere rastlandı.
Bu dönemde kadınla erkek arasında cereyan eden gayrı meşru ilişkiler çirkin ve ayıp sayılmıyordu. Hayâ duygusu, tümüyle kalplerden silinmişti. Artık zinayı normal bir şey kabul ediyorlardı.
Ahlâk ve toplumsal hayatı ayakta tutan bağlann bu şekilde çözülmesi neticesinde Roma halkı arasında çıplaklık; erotizm ve fuhuş salgın bir hal aldı. Çıplaklık, erotizm, tiyatro ve benzeri yerlerde sanat adı altında teşvik edildi. Çıplak resimler ve seks sahnelerini tasvir eden tablolar, evlerin vazgeçilmez süsleri haline geldi.
Kadınlarla erkeklerin, hamamlarda, umumi yerlerde, anadan doğma soyunmak suretiyle yıkanmalan âdet halini almıştı.
Ahlâkî çöküntü, şehvet düşkünlüğü, tüm toplumda o kadar arttı ki, aile düzeni kalmadı. Ardından hem de gücünün ve medeniyetin zirvesindeyken Roma medeniyeti temelinden sarsılmaya başladı ve çok geçmeden de yerle bir oldu.