Peygamberlerin Vefası

By | 19 Haziran 2015

peygamberlerin-vefasiPeygamberler Allah tarafından hak ve hakikati temsil etmek için görevlendirilen mümtaz şahsiyetlerdir. İçinde neşet ettikleri toplumun elinden tutmuş, çokları bu uğurda canlarını seve seve vermişlerdir. Ancak tarih boyunca peygamberler vefasızlığın en acımasızını yaşamışlardır. Yaşanan en çarpıcı vefasızlıklardan biri şu ayetlerde dile getirilmektedir: “Ey Musa! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabb’in gidin savaşın; biz burada oturuyoruz.” dediler. Musa: “Rabb’im! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum, bizimle bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır” dedi. (Maide, 5/24- 25) Bir tarafta içinde görevlendirildiği toplumun kurtuluşu için gayret gösteren ve çok üzülen bir peygamber, diğer tarafta onu alaya alan, “Git sen ve Rabb’in savaşın!” diyen vefasızlar güruhu…
Bütün peygamberler hem Allah’a, hem insanlığa, hem de bütün varlığa son derece vefalı davranan, sözlerinde duran kişilerdir. Adeta bu onların temel özelliklerinden biridir. Kur’ân, yeri geldikçe bize o eşsiz vefalılardan söz etmektedir. Örneğin, Hz. Adem, yüzüne kapanan kapıları gönlünde taşıdığı sırlı vefa anahtarıyla teker teker açtı ve gufran çeşmelerine ulaştı. Aynı olayda azgınlaşan İblis ise, göz göre göre kendisini vefasızlık çukuruna atarak boğuldu, (bak: A’raf, 7/11-30)

Bir koç gibi bıçakla boğazlanma imtihanını başarı ile geçen Hz. İsmail için şöyle deniyor: “(Resulüm!) Kitapta İsmail’i de an. Gerçekten o sözüne sadıktı, resul ve nebi idi.” (Meryem, 19/54) Ciğerparesini bıçakla boğazlama imtihanına tâbi tutulan babası Hz. İbrahim için ise şu ifadeler var: “Yoksa Musa’nın ve ahdine vefa gösteren İbrahim’in sayfalarında yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi?” (Necm, 53/36-37) Peygamber Efendimiz, Hz. İbrahim’in vefalı olarak nitelendirilmesine ayrıca şu davranışını da sebep olarak gösteriyor: “O her sabah ve her akşam şöyle derdi: “Göklerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz zaman da hamd ona aittir. Allah ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır; yeri ölümünden sonra diriltir. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle (diriltilip) çıkarılacaksınız.” (Rum, 30/18-19) Hakk’ın dostu ve nebilerin babası Hz. İbrahim, Nemrut’un ateşini göğüslerken de vefasından hiçbir şey kaybetmemişti. Hz. Cebrail’in yardım teklifini geri çevirirken asıl Kudret Sahibine vefasızlık yapacağı kaygısında idi. Bu vefası elbette karşılıksız kalmazdı ve ateş berd u selâm oldu. (Bak: Enbiya, 21/69) Vefa duygusu Hz. İbrahim’in torunları olan Araplarda bir erdem olarak asırlarca yaşamıştır. Bu durum Cahiliye Araplarında da sürmekte idi.
Tufan Peygamberi Hz. Nuh da asırlarca süren ızdıraplı, fakat vefalı bir hayat yaşadı. Yıllar yılı bütün tenbih ve ikazlarının, cemaatinin büyük bir kısmında tesir icra etmemesi, onu bağlı bulunduğu kapıya karşı vefa hissinden döndüremedi. Ondaki bu vefa duygusu idi ki, yerlerin ve göklerin hışımla insanlığın üzerine yürüdüğü anda, ona kurtuluş gemisi oldu. (Bak: Hûd, 11/40, Mu minûn, 23/27)

Hz. Şuayb, içinde neşet ettiği toplumun en büyük hastalığının ölçü ve tartıda hıyanet/vefasızlık olduğunu tesbit etmiş ve defalarca onları bu konuda hakka riayet etmeleri için uyarmıştır. Elbette ilk akla gelen, maddî emtianın yani alış verişe konu olan malların ölçülüp tartılmasında dikkatli olma gereğidir. Ancak maddî-manevî her konuda ölçüye, gerçeğe yani Cenab-ı Hakk’ın koyduğu değer ve ölçülere uymak da bu ikazın sınırları içine girer. Zira hiçbir peygamber sadece maddî eğrilikleri düzeltmekle görevlendirilmemiştir. Öyle ise buradaki ölçü ve tartının sınırlarını geniş bir perspektiften ele almanın bir sakıncası olmamalıdır. Örnek olarak şu ayetleri zikretmek istiyoruz: “Şuayb onlara demişti ki: Korunmaz, takva sahibi olmaz mısınız? Ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız alemlerin Rabb’ine aittir. Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların haklarını kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Şuara, 26/177-183)