Peygamber Efendimizin dünyaya gelişi sırasında mübârek ellerini toprak üzerine koyarak ve mübârek başını yüksek semâya doğru kaldırarak dünyayı teşrif etti ki, başını yukarı doğru kaldırmasıyla kendi yüceliğine ve efendiliğine îmâda bulunmuş oldu.
Ayrıca kendi kadrinin şâir tüm mahlûkattan yüce olduğuna ve mizâcı da, ahlâkı da güzel olan gerçek sevgilinin ancak kendisi olduğuna işaret buyurdu.
Peygamber Efendimizin dünyaya gelişinin Şerh ve izahı şu şekildedir;
“Şifâ-i Şerif”, “’Ikdü’d-dürer” ve “Medâricu’s-su’ûd”gibi eserlerde Muhammed ibni Ömer el-Eslemî, İbni Sa’d, Kâz-ı Iyâz, Kâzı Cemâlüddîn ibni Ebi’d-Dem (Radıyallâhu Anhüm)dan rivâyet edildiğine göre;
Rasulüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) evvela Abdurrahmân ibni ‘Avf’ın annesi Şifa Ebe’nin (Radıyallâhu Anhümâ) ellerine düştü.
Ebesi o sırada:
“Rabbin sana rahmet etsin” diye dua eden birinin sesini kulaklarıyla işitti.
Şam’daki köşkleri görecek derecede doğuyla batı arasını aydınlatan nûru gözleriyle gördü.
Dâvud İbni Ebî Hind (Radıyallâhu Aıılâdm nakledildiğine göre; annesi Rasulüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i doğurduğunda bütün (düzler ve) tepeler aydınlandı.
Peygamber Efendimizin dünyaya gelişiyle O doğar doğmaz elleriyle yere dayanarak dizlerinin üzerine çöktü, bir yandan semâya doğru bakıyor ve yüce ciheti gösteriyordu.
Sonra yerden bir parça toprak alarak secdeye kapandı.
O sırada doğduğu evi bir nur kapladı.
Yıldızlar yere düşecekmiş gibi çok yanaştı.
Annesi bu konuyu şöyle anlatmıştır:
“Rasulüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i dedesinden önce kimse görmesin diye (Kureyş’in gece doğan çocuklara uyguladıkları âdet üzere) onun üzerine büyük bir tencere kapattım.
Fakat tencere onun üzerinde durmayıp birden iki parçaya ayrılınca onun, parmağından süt emdiğini gördüm.
O sırada birinin bana:
‘Ey Amine müjdelen! Muhakkak ki sen bu ümmetin efendisini dünyaya getirdin’ dediğini İşittim.” (Nu’mân el-Âlûsî, Ğâliyetii’l-mevâ’iz, sh:684; Takiyyüddîn el-Makrîzî, İmtâ’u’l-esmâ’, 4/55-56; Beyhakî, ed-Delâil, 1/113; Muhammed el-Binterıî, Medâricu’s-su’ûd ile’ktisâi’l-bürûd, sh: 19-20; Safûrî, Nüzhetü’l-mecâlis, 2/74)