Mutluluğun Temeli Aile Yuvasıdır

By | 20 Nisan 2015

mutlulugun-temeli-aile-yuvasidir   Toplumun temeli ailedir. Ailenin saadet ve mutluluğunun temeli ise evde sağlanan huzurdur. Ev bir meskendir. Çocuklar onun çatısı altında doğar ve gelişir. Onun havasını teneffüs ederek büyür ve orada yaşayan özelliklerle şahsiyetini kazanır.
Evinde huzurun lezzetini tadamamış bir kişinin, genel anlamda barış ve huzurun lezzetini tam anlamıyla bilemeyeceği muhakkaktır. Ailede olan huzursuzluğun baskısı altındaki insan, hiçbir zaman umumi bir barış istemez, sürekli savaş taraftarı olur.
Bu nedenledir ki İslâm, öncelikle evlerde barışı temin etmeye çalışır. Çünkü aile yuvasının diğer sosyal kurumlarla çok sıkı bir münasebeti vardır.
İslâm, aile bağlarını sevgi, cömertlik, mutluluk, huzur ve saadet olarak tasvir eder:
“Onun âyetlerinden biri de kendileriyle kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.”(Rûm30/21)
“Onlar sizin elbisenizdir, siz de onların elbisesiniz.”(Bakara, 2/187)
Huzur ve mutluluğu düşünüp temiz bir aile kurma niyeti taşıyan her insana İslâm, bunu yerine getirmeyi farz kılar. Bu işi ciddi niyetlerle benimseyen kişiyi, bu müesseseyi kurması için teşvik eder: “Kadınlar sizin tarlanızdır” (Bakara, 2/223) diyerek, Allah (cc) bu bağı kuvvetlendirmek istemiştir. Nitekim bu âyet, evlenip çoğalmayı teşvik eden ilah! emri ifade etmektedir.
İslâm, aile yuvasını önemli güvenceleriyle himayesi altına alır ve onu her türlü tehlikeden korur. Yuvayı sadece manen himayesi altına almakla kalmaz, aynı zamanda yuvanın teminatım sağlayan kanun! müeyyideleri de koyar.
1) Yuvanın kurulabilmesi için öncelikle tarafların izninin ve rızasının olması gerekir. O halde izni alınmadan hiçbir kadın evlendirilemez. Evliliğin gerçek-leşebilmesi ıçiıı tarafların birbirlerini görmeleri de gerekir. Böyle davranılmasının nedeni, yuvanın kurulmasına bilincin öncülük etmesidir.
2) Bu bağda devamlılık niyeti gerekir. Hiçbir zaman bu bağ geçici bir zaman için kurulamaz. Hiç kimse; bu nikâh şu kadar zaman için geçerlidir, diyemez. Çünkü evliliğin gayesi, Ömür boyu karı-kocanın birbirlerine güven ile sarılmaları ve büyük bir emniyet içinde ve yuvalarının gölgesinde hayatlarını birlikte inşa etmeleridir.
3) Aile yuvasının kurulmasında açıklık şarttır. Nikâh şahitler huzurunda yapılmalıdır. Yuvanın kurulmasında şüphe ve gizliliğin kalmaması için, şahitlerin nikâh akdini kabullenmeleri gerekir. Nikâhın ilan edilmesi gerekir. Hatta herkesin duyabilmesini temin için def çalınması müstehab kılınmıştır.
Evin ve evde büyüyen yavruların durumlarının düzenli olabilmesi için, evin nafakasını temin etmek kocaya düşen bir borçtur. Evin içinin düzenlenmesi, çocuklarının terbiye ve bakım işleriyle uğraşması için Islâm, annenin kalbini nafaka derdinden uzaklaştırmış ve onu dışarıda çalışma zahmetinden kurtarmıştır. Dışarıdaki işinden yorgun-argın eve dönen anne, elbette evinin tanzimi için gereken gücü bulamaz, bulamadığı için de çocuklarına gerekli ilgiyi gösterip onların iyi yetişmelerini sağlayamaz. Dışarıda çalışan kadınların evlerinde, aile ocağının huzur dolu havası mümkün olmaz. Bir yuvanın huzurlu ve nezih olabilmesi ancak bir kadınla mümkündür. Bir eve aile havasını ancak bir kadın verebilir. Evin sıcak olabilmesi, ancak şefkatli bir annenin varlığıyla mümkündür. Çocuğu olan bir kadın, zamanını ve gücünü evin dışında sarf etmek zorunda kalırsa, eve sıkıntı ve yorgunluktan başka bir şey getiremez.
Kimi zaman bazı zaruretler kadının ev dışına çıkmasını mübah kılabilir. Zaruret olmadığı zaman ve erkeğin kendi başına yapabileceği işlerde kadının sokağa çıkması doğru değildir. Evin istikrarlı bir düzen içinde yürütülmesi ve ailenin başıboşluğa düşmemesi için İslâm, aile reisliğini erkeğe vermiştir. Bu durum, İslâm’ın şiddetle koruduğu ahenkli siyasetin bir boyutudur. Nitekim Hz. Peygamber (sav) “İki kişi yolculuğa çıksa içlerinden biri reis olsun!” buyurmuştur.
İslâm aile reisliği görevini, erkeğe vermiştir. Erkeği yaratılış ve hayat tecrübesi bakımından bu vazifeye daha uygun bulduğu için, bu görevi ona yüklemiştir.
Erkeğin evin reisi olmasını kabul etmekle İslâm, barış zincirinin bir halkasını istikrara kavuşturmak ister. Fakat gerçeklerin tepetaklak edildiği toplumlar- da, insanlar maalesef kuruntularla ve basit meselelerle uğraşırlar; fakat önemli ve ciddi hiçbir meseleyi dikkate almazlar.
İslâm, evde güvenin, barışın yayılması ve yerleşmesi için kadının süsünü ya-bancı erkeklere göstermesini ve onlarla karışık bir halde olmasını yasaklamıştır.
Eşler arasında, güvene dayalı bir ilişki kurmak ve kendilerini birbirlerinden soğutacak davranışlardan kaçınmak bir görevdir. Çünkü bu tür davranışlar, karşı cinsi tahrikler mukaddes bağı koparır, güveni sarsar.
Süslü-püslü gezmekte olan bir kadının arkasına şeytanlar takılmış olacağından çarşıda pazarda erkeklerin arasına karışıp dolaşması çeşitli fitnelere yol açar. Bundan sonra da daha büyük felâketler peşi sıra zuhur eder.
Bazı kimselerin, “Kadınlar ile erkeklerin karışık yaşaması tecrübelerini arttırır, her iki cinse de konuşma ve muaşeret adabını öğretir, tutukluklarını açar ve düşüncelerini geliştirir” gibi sözler; yalandan başka bir şey değildir. Bu yalanlardan daha büyüğü ise, “Gerçek ve mükemmel bir tecrübeden (zina da dâhil) sonra kadın ve erkeğin anlaşmaları yuvanın sürekliliğini sağlar” şeklindeki yalanlardır. Eğer bu söylenenler doğru olsaydı, günümüzde boşanmalar artar mıydı? Oysa boşanma olayları tüm dünyada baş döndürücü bir hızla çoğalıyor. Boşanma ve daha başka yıkıcı sebepler yüzünden her gün binlerce aile darmadağın oluyor.
Bunların bahsettikleri tecrübeden (erkekle kızın, zina da dâhil herşeyi yaptıktan) sonra kurulan mutlu yuvalara örnek olarak, Amerika’da boşanma ile yıkılmış yuvaların nisbetini görelim! Erkek-kadın münasebetleri arttıkça boşanma oranı da o nisbette artmaktadır. Bu oranı, aşağıdaki tabloda görebilirsiniz:
Yıl Oran Yıl Oran Yıl Oran
1890 % 6 1900 % 10 1910 % 10
1920 % 14 1930 % 14 1940 % 20
1946 % 30 1948 % 40

Devamındaki yıllarda boşanma oranları ise korkunç boyutlara ulaşmıştır.
Yuvaların bir kısmı azgın şehvet tokmakları altında, bir kısmı da erkeğin ya da kadının yeni aşkı sebebiyle dağılıp gitmektedir. Çünkü her iki taraf da yeni avlar peşinde koşuyor ve eğer taraflardan biri kendisi için daha cazip birini bulacak olursa, yuva sallanmaya başlıyor.
Çok yakın bir zamanda; “Karışık yaşamak, hayatı güzelleştirir; tecrübe bilince, bilinç de istikrara götürür” tezinin savunucuları da dahil olmak üzere, bu tür iddiaların bir yalan ve aldatmacadan başka bir şey olmadığını göreceklerdir.
Avrupa ve Amerikan toplumlarımn kazandığı tecrübeler, böyle bir mantığın ne kadar saçma olduğunu ortaya koymaktadır. Kadın ile erkeğin bir arada olması temizliğe, nezahete değil, insanın hayvanlaşmasına, nefsin şehvet uçurumlarına düşmesine yol açmaktadır. Onların tecrübeleri, flört hayatları; yuvaların sağlamlaşmasına ve sürekli olmasına değil, çözülüp dağılmasına yardımcı olmaktadır sadece.
Amerika Birleşik Devletlerindeki fiil! manzara, Freud ve çömezlerinin iddialarını şiddetle yalanlamaktadır. Bu teorinin nasıl bir sonuç vereceğini denemek isteyenler, daima bir karışıklık ve şehvet bunalımına sürüklenmektedirler. Çünkü bu toplumlar, ya son haddine kadar şehevî arzularını tatmin edecekler, ya da bunu yapamadıkları için tahriklerin yol açtığı ruhî bunalımlara sürükleneceklerdir. Bu ruhî bunalımlar insana türlü türlü psikolojik ve sosyal hastalıklar getirecektir.
Objektif bir göz ile Amerika’nın bu tecrübesini incelemek ve bu gibi safsata teorilerin ne denli çürük olduğunu ortaya çıkarmak gerekir.
Nitekim Amerika’nın bu tecrübesi göstermiştir ki, kadın ile erkeğin içice, kucak kucağa yaşaması nefsin arzularını öldürmemekte, aksine bu ateşi körüklemektedir.
Çünkü nefsin açlığı bir bakıma midenin açlığına benzer. İnsanoğluna bu sürekli açlığı veren; bu kâinatı yaratan kudrettir.
İslâmiyet, tüm bu gerçekleri bilir ve takdir eder. İnsanın şerefinin korunması için, onu kadın ile erkeğin içice yaşamasından men eder. Bakışların kısılmasını ister. Kadınların süslenerek erkeklere görünmelerini yasaklar. Kalplerin istikrarını, ruhların sükûnetini ve yuvaların huzura kavuşmasını ister. İslâm, yavruların yuvası olan eve selamet ve huzur, mutluluk ve refah getirmeyi hedef alır.
Kadın ve erkeğin karşılıklı münasebetleri fazilet ve ahlâktan yoksunsa ve bu münasebetler cehalete, zaaflara ve kuru arzulara dayanıyorsa, beşerî hayatın doğru yolu bulabilmesine, emniyet ve huzur içinde yaşamasına imkân yoktur.
Dinim z, kadın hakkmdaki yanlış görüşleri düzeltmeye, fıtrî esasa dayanarak iki cins arasındaki ilişkilerin her yönünü inceleyip izah etmeye büyük önem vermiştir.
1 – İslâm, bu hususta ilk olarak erkek ve kadının insanlık yönünden eşit olduğunu ilan etmiştir. Böylece kadının erkekten ayrı yaratıldığını iddia eden nazariyelerin tümünü çürüterek, eşlerin birliğini (bir özden yaratıldığını) söylemiştir:
“Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden sakının!” (Nisâ, 4/1)
2 – İkinci olarak Allah (cc) (cc) ile olan ilişkileri ve Onun yanındaki ceza ve mükâfatları açısından karı-kocanın birliğini ve eşitliğini açıklamaya önem vermiştir:
“Rableri onlara karşılık verdi: Ben, sizden erkek olsun kadın olsun hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz.” (Âl-i İmrân, 3/195)
“Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden Allah (cc)’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah (cc)’a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah (cc)’ı çok zikreden erkekler ve Allah (cc)’ı çok zikreden kadınlar, (işte) Allah (cc) bunlar için bağış ve büyük mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35)
3 – Sonra, tek nefisten ayrılan cinsler arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin karı-kocayı ve tüm toplumu ilgilendiren yönlerini açıklamıştır:
“Onun âyetlerinden biri de size, kendi cinsinizden, kendileriyle sükun bulacağınız eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır.” (Rûm 30/21)
“Onlar (kadınlar) sizin elbiseniz, siz de onların elbisesi mesabesindesiniz.” (Bakara, 2/187)
“Kadınlar sizin tarlanızdır; o halde tarlanıza istediğiniz gibi varın.” (Bakara, 2/223)
4- Her zaman iki cins arasındaki bağları, içinde yaşadıkları toplumun fıtratına ve her ikisinin özelliklerine uygun olarak düzenlemeye önem vermiştir:
a) Farklı bazı özellikleri olmakla beraber; mülkiyet, kazanç ve miras gibi müşterek oldukları bağlar, kadını bu hakkından mahrum etmek isteyen tüm nazariye ve nizamları kökünden çürütür:
“Kadınlara mehillerini bir hak olarak (gönül hoşluğuyla) verin; eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin.” (Nisâ, 4/4)
“Ana-babanın ve akrabanın geriye bıraktıklarından erkeklere pay vardır; ana-babanm ve akrabanın geriye bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan (erkeğe ve kadına) bir hisse ayrılmıştır.” (Nisâ, 4/7)
“Allah (cc), çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki katını tavsiye eder. Eğer kadınlar iki’nin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlanndır; şâyet bir ise yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babasınm her birinin yapacağı vasiyetten ve borcundan sonra altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da anne-babası ona varis oluyorsa, annesine üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, annesinin payı altıda birdir.” (Nisâ, 4/11)
“Eğer miras bırakan erkek veya kadının evladı ve anne-babası olmayıp bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) zarar verici olmayan vasiyet ve borçtan sonra (uygulanır).” (Nisâ, 4/12)
“Erkeklere de kazandıklarından bir pay var, kadınlara da kazandıklarından bir pay var.” (Nisâ, 4/32)
b) Aile düzenini oluşturmak, karı-koca ilişkilerini, onların karşılıklı haklarını ve ailenin semeresi olan çocukların haklarını düzenlemek.
Karşılıklı ilişki, mehir karşılığı evlenmekle başlar.
“Bunlardan ötesini; iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip almanız) size helâl kılındı. O halde hangilerinden nikâh ile faydalandmızsa, mehirlerini kendilerine bir hak olarak verin. Hakkın (mehrin) kesiminden sonra karşılıklı anlaştığınızda da (mehirden az veya çok vermenizde) üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah (cc) bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ, 4/24)
c) Kadın, cahiliye devrinde olduğu gibi, bir mal gibi miras bırakılamaz. Kocası öldükten sonra evlenmesine engel olunamaz. Boşandıktan sonra da zorla tutulup bekletilemez.
“Ey inananlar! Kadınları miras yoluyla zorla almanız size helâl değildir. Onlara verdiklerinizin bir kısmını (kendilerinden) alıp götürmek için onları sıkıştırmayın. Şâyet açık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, bilin ki sizin hoşlanmadığınız bir şeye Allah (cc) çok hayır koymuş olabilir.” (Nisâ, 4/19)
“Bir eşin yerine başka bir eş almak istediğiniz takdirde, onlardan birine kantarlarca mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?” (Nisâ, 4/20)
5 – Evin idaresi ve mallardan harcamak erkeğe aittir. Bu nedenle ailenin varlığını tehdit eden tehlikeleri ortadan kaldırmak, çocuk haklarının esası olan yuvayı ve toplumun sosyal bakımdan gelişme ve yükselmede kendisine dayandığı aile müessesesini korumak erkeğin görevidir.
“Allah (cc) insanları birbirinden üstün kıldığından ve (erkekler) mallarından harcadıklarından dolayı erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Onun için iyi kadınlar itaatkâr olup Allah (cc)’ın kendilerini korumasına karşılık kendileri de gizliyi korurlar. Dik kafalılık, şirretlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarından ayrılın ve (bunlarla yola gelmezlerse) onları (hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Çünkü Allah (cc) yücedir, büyüktür.” (Nisâ, 4/34)
6 – Aile müessesesinin dağılmasından, yıkılmasından endişe edildiği zaman da ona göre çözüm yolları bulunur:
“Eğer (karı-kocanın) aralarının açılmasından endişe duyarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin, bunlar uzlaştırmak isterlerse, Allah (cc) aralannı bulur. Çünkü Allah (cc) (her şeyi) bilendir, haber alandır.” (Nisâ, 4/35)
Bu teşebbüsler de fayda vermediği takdirde onların her birinin, birlikte daha sağlam bir aile müessesesi kurabilecekleri bir eş bulabilmeleri için, bir ruhsat olarak boşanma vardır.
“Eğer (eşler) ayrılırlarsa, Allah (cc) bol nimetiyle onların her birini diğerinden müstağni kılar. Allah (cc)’m (nimeti) geniştir; O, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ, 4/130)
Anne ve baba ayrıldıkları takdirde çocukların haklarıyla ilgili birtakım hükümler de bulunmaktadır:
“(Boşanan) anneler, çocuklarını emzirmeyi tamamlatmak isteyen kimse (baba) için tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun ait olduğu baba çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (anne-baba) konuşup anlaşarak (çocuğu) sütten kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (sütanneye) emzirtmek isterseniz verdiğiniz (ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize günah yoktur. Allah (cc)’tan korkun ve bilin ki Allah (cc), yaptığınız her şeyi görmektedir.” (Bakara, 2/233)
Şuna dikkat etmek gerekir ki, İslâm’ın insana bakış açısı; kadın-erkek arasındaki ilişkilerin, hayvanlar arasındaki ilişkiler gibi olmamasıdır. Zira insan her yönüyle eşsizdir; yaratılışıyla, varlığının gayesiyle, gidiş ve gelişiyle eşsizdir. İşte bu özellikler ve tabii olarak iki cins arasındaki ilişkiler, hayvanı zevkten daha önemli, daha kapsamlı bir gaye taşır. Bu, yaratılışın amacıyla birleştiği gibi, insanın tabiatına ve varlığına da uygun düşen bir gayedir.