Kabir Hediyyeleri Nelerdir?

By | 25 Mayıs 2015

kabir-hediyyeleri-nelerdir   Ey Hak yolcusu:
Vefat eden bir kimsenin, ölümü tatması her ne kadar acı ise de, kul için kaçınılmaz bir hâlettir. Bütün mahlûkat, ölümü tadıcı olduklarına göre, kul için Cenabı-Hakkm bu hükmüne razı olmaktan gayrı çare var mıdır?
Allahu zülcelâl, eşref-i mahlûkat olan insanı dünyada bâki kılmamıştır. Her gelen, mutlaka gitse gerektir. Evet, bütün ruh sahipleri önünde sonunda ölümü tadıcıdır. Ölüm acısı; âsiler, günahkârlar ve kâfirler için üç yüz kılıç darbesi gibidir. Mü‘min-i sâlihe, âşıka, âbid kullara ise, ölüm halinde
öyle bir âlem açılır ki, bu âlemi seyr-ü temaşa ederken ölüm acısını duymazlar. Zira, âşıklara ölüm bâbmda vuslât-ı cemal, hayatlarında ise makam-ı kemal vardır. Bunun için, mü’min-i sâlih için ölüm, tereyağından kıl çeker gibi hafif ve kolay olur.
Bu ise, kulluğa devam ederek çalışmakla mümkün olur. Öyle ise, kulluğa devam et ve çok çalış. Zira, eşref-i mahlûkat olan insanın sebeb-i hilkatinden murad-ı İlâhi; MÂ’RÎFETULLAH ve MUHABBETULLAH’ı bilmesi bulması ve alması içindir. Mâ’rifetullah ve Muhabbetullah’ı bulanlar için fâni dünyadan, bâki ve ebedî âlem olan âhirete intikalde be’is yoktur. Çünkü, fâni dünyada malik olduğu bütün ni’met ve devletler, âhirette kendisine bahşolunacak ni’met, devlet ve derecatını yanında bir hiç mesâbesinde kalacaktır.
Bundan dolayı, mâ’rifetullah ve muhabbetullah’ı tahsil eden zevata ölüm elbette ve elbette bir devlet-i uzmadır, bir saadettir, bir yüce devlettir. Şu halde, âşıklara ve ârif-i-billah olanlara ölüm kat’iyyen bir musibet olamaz, ölümün, kendileri için musibet olduğu kimseler kâfirler, zâlimler ve âsiler¬dir. Niçin halk olunduğunu bilmeyen, nereden geldiğini ve nereye gideceğini düşünemeyen gafillere, ölüm tabiatiyle en büyük musibet olacaktır. Onlar, ölümlerinden sonra başlarına gelecek ahvali bilemedikleri veya bildikleri ve sezdikleri halde o günleri ve o korkunç akabeleri düşünmedikleri i’ in hal-i hayat ve sıhhatlerinde Allahu teâlâdan razı olmanın ^ e onun rizasmı tahsil etmenin ne büyük bir nimet olduğuı.v. fark edememişlerdir ki, işte en korkunç musibet de budur.
Şu halde, ölümü tadan zevata dua ile, istiğfar ve sadaka ile imdat etmek lâzımdır. Eğer, ölen kimse Allahu teâlâya kur- biyyeti olan sâlih, âbid ve âşık bir kimse ise; bu dualar, bu istiğfarlar, bu sadakalar ve ruhlarına ithaf olunan Hatm-i şeriflerle günahlarının affına veya âhiret derecelerinin yükseltilmesine vesile olur ve dünyada kalanlara da nümune-i imtisal teşkil eder. Maazallah, vefat eden günahkâr bir kimse ise, yapılan bu hayır ve hasenât sebebiyle azapları tahfif olunur veya büsbütün kalkar.
Fahr-i âlem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz:
— Allah celle hazretlerinin, bana bahşettiği lûtuflardan birisi de, sağ olan kişilerin duaları ile ölmüş günahkârların af ve mağfiretleri bana ve benim ümmetime mahsus bir imtiyazdır, buyurmuşlardır.
Bir diğer Hadis-i şeriflerinde de; ölen kimsenin kabirdeki hali, suda boğulmak üzere olan ve kurtarılması için feryat ve figan ederek imdat isteyenlerin halleri gibidir. Babadan, anadan, kardeşten, yoldaştan evlâttan, ahbaptan kurtarılmaları için mütemadiyen yardım talebinde bulunur ve çırpınır dururlar. Böyle bir yardıma daima muhtaç ve muntazırdırlar. Kendileri için yapılacak hayır ve hasenat, o ölü için dünyadan ve içinde bulunanlardan daha sevgili ve daha hayırlıdır. Cenabı erham-er-râhimiyn, dünya ehlinin duası berekâtiyle kabirlerde yatanlara, dağlar misali rahmet isal eder, buyurulmaktadır.
Hal böyle olunca, dirilerin kabir ehline en büyük hediyyeleri, onları rahmetle yâd etmek ve affı mağfiretleri için Hak celle ve âlâdan niyazda bulunmaktır.
Ehl-i irfan; bir gün nasıl olsa öleceklerini düşünür ve o korkunç günler gelip çatmadan, tek ve tenha kabire uzanıp yatmadan, o korkulu akabeler geçilmeden, o unulmaz yaralar açılmadan, kendilerinden önce göçenlere ve ecel şarabını içenlere merhamet eyler ve onları rahmetle anarlar ki, kendileri de aynı hale düştüklerinde rahmetle ananlar bulunsun.
Sen de o hale geldiğinde, senin de evlâtların yetim kaldığında, malın, mülkün ve sevgili ailen ellerin olduğunda, karanlık kabrinde amelinle başbaşa bırakıldığında, rahmetle anılmağı istersen, senden önce göçenleri unutma, onlara hediyyeler gönder.
Ölene, sağ kalanın en büyük hediyyesi Kur’an-ı kerimi hatmetmek veya hatmettirerek ruhuna bağışlamaktır. Ölen, kabre girmeden veya kabre girdikten sonra, ruhu için okunan hatm-i Kur’an, boğulmak üzere bulunan bir çaresizi elinden tutarak necata erdirmeğe benzer.
Ayrıca, ölen kimse için yoksul ve gariplere ve muhtaç olan dul ve yetimlere, ilim tahsil eden talebelere yardım etmeli, yemek yedirmelidir ki, bu gibi yardımlar aynen ölene ikram edilmiş gibidir.
Bir kimse, med ile Lâ ilahe illallah derse, dört bin günahı affolur.
Bir kimse, yetmiş bin defa Lâ ilâhe illallah derse, nefsini cehennem ateşinden satın alır.
Bir. ölüm olduğu vakit, vefat eden kimsenin ruhu ve Allahu teâlânm rizası için, yetmiş bin kelime-i tevhid okunursa, ölen kimse eğer mü’min olarak ölmüşse, kabir azabından şüphesiz kurtulur.
Molla Husrev, Şeyh-ül-islâm Kemal Paşa zade, şeyh-ül- islâm Ebüssuud efendi; vefatlarından sonra ruhları için yetmiş bin tevhid okunmasını vasiyyet etmişlerdir.