İsra ve Miraç

By | 18 Mayıs 2015

İisra-ve-miracsra ile Miraç, hiç şüphe yok ki, Allah Resulü’nün elinde gerçekleşen en büyük mucizelerden biridir.
Arabi aylardan olan Receb ayında bu büyük mucize gerçekleşmiştir. O gecenin yirmi yedisinde, Resuller Resulü iki yolculuk yapmıştır; birincisi yer yolculuğu, İkincisi gök yolculuğu.. Yer yolculuğu, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuktur. Gök yolculuğu ise Mescid-i Aksa’dan Sidre-i Münteha’nın ötesine yaptığı o mukaddes yolculuğudur.

Cibril-i Emin, beraberinde bir Burak olduğu halde, yaradılmışların ulusuna gelip şu müjdeyi verdi:
“Ey Allah’ın Resulü! Bugün sen, semanın ziyaretine davetlisin.”
Davet eden kimdir? Şüphe yok ki Allah! Ya davet edilen şerefli misafir kimdir? O da O’nun kulu, Habibi ve Resulü olan Muhammed (a.s.)’dır.
Nasıl bir gecede cereyan etmiştir bu olay?
Gayet berrak bir gecede.. Mehtaplı, sakin, meltemli, huzur ve sükun dolu bir gece. Kuşların teşbihle, tehlille şakırdadığı gece.. Göğün nurunun yerle kucaklaştığı gece.. Ne olmuş o gece? Gelin beraber okuyalım o gecede olanları anlatan ayeti. Beraber öğrenelim o ayetten o gece cereyan eden hadiseleri…
“Kulu (Muhammedi) bir gece Mescid-i Haram’dan, kendisine bir kısım ayetleri göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve gorur.
Sonra, Allah sevgilisi Muhammed (a.s.) Mescid-i Aksa’ya varıp girdi, bütün peygamberler onu görür görmez etrafını sardı, büyük bir hoşnutluk ve coşkuyla onu karşıladılar. Misafir olmasına rağmen kendisine namaz kıldırmak için, İbrahim (a.s.) onu öne geçirdi. Bu da şunu gösteriyordu: Beyt-i Makdis İsrailoğullarının köşkü idi. Peygamberlik de onlardaydı. Fakat ne zaman rahat durmayıp, durmadan fitne ve fesat çıkardılar, o zaman peygamberlerden alınıp mahlukatın efendisi olan Muhammed (a.s)’e intikal ettirildi.
Peygamberlere namaz kıldırması, onun onlara bu hususta varis olacağını ilan edip göstermiştir.
Bütün insanlık bundan bu manayı çıkarmalıdır. Çünkü O, yalnız müslümanlara değil, tüm insanlığa gönderilmiş ve onları doğru yola davet etmiş bir peygamberdir. Onun için onlarda ona uymalıdırlar! Bu neden olmasın? Peygamberler, Beyt-i Makdis’te onun arkasında namaz kılmadılar mı? O imam, onlar ise cemaat olmadı mı?
Allah seni gecenin bir kısmında yürüttü, bütün melekler ve peygamberler, Mescid-i Aksa’da seni beklemekteydi. Yaradan’ın iradesi, sun’u, kudreti şüphesiz ki her şek ve tereddüdün üstündeydi..
Yanlarına vardığında, Bedir’deki melekler, bayrak altındaki askerler gibi etrafına üşüştüler. Her değerli varlık arkanda namaz kıldı. Allah’ın lütfettiği manevi ganimetleri rahatça paylaştılar.
Onlara namazı kıldırdıktan sonra, Cebrail (a.s.), “Haydi yükselelim.” diyerek onu göğe çıkarmaya başladı. Peygamberlerden bir kaçı o şerefli misafiri büyük bir heyecan ve sevinçle karşıladı.
O, birinci göğün kapısını çaldı. Karşılaştığı Adem (a.s.)’a selam verdi. Sağında ve solunda bir takım insanlar vardı. Sağındakilere bakıp gülüyor, solundakilere bakıp ağlıyordu. Allah Resulü (a.s.) babası Âdem (a.s.);a sordu:
– Bunlar kimdir? Cevap verdi:
– Ey Allah’ın sevgilisi! Şu sağımda olanlarcennet ehli, solumdakiler ise cehennem ehlidir.
Sonra oradan ayrılıp ikinci kat göğe çıkıyor ve orada teyze çocukları olan Yahya ve İsa (a.s.)’ı görüyor. Oradan ayrılıp üçüncü kat göğe çıkınca, Kerim oğlu Yusuf b. Ya’kub b. İshak b. İbrahim (a.s.)’ı görüyor.
Sevgili Muhammed Mustafa (a.s.) buyuruyor ki:
“Miraç gecesi Yusuf’u, dünya güzelliğinin yarısı verilmiş olarak gördüm.”
Eğer Yusuf (a.s.)’a dünya güzelliğinin yarısı verilmişse, sevgili peygamberimiz Muhammed (a.s.)’a o güzelliğin tümü verilmiştir. Ne var ki Allah onun güzelliğini vakar ve celal ile örtmüştür.

Dördüncü kat gökte İdris (a.s.) ile, beşinci kat gökte Harun (a.s.) ile, altıncı kat gökte Musa (a.s.) ile, yedinci kat gökte İbrahim (a.s.) ile buluştu. Yalnız, İbrahim (a.s.) sırtını Beyt-i Ma’mur’a dayamış oturuyordu.
Ondan sonra sevgili Peygamberimiz nurların hakikatlerini görmek için sırların merdivenlerini tırmanmaya başladı. Nihayet yedinci kat göğün üstünde bulunan Sidre-i Münteha’ya vardı. O, yedi kat göğün üstündeki bir ağaçtır.
Peygamber Aleyhisselam şöyle bir etrafına bakındı. Cebrail (a.s.)’ı yanında göremedi, seslendi:
– Ey Cibril, bu yerde hiç dost dostunu yalnız başına bırakır mı?
– Ey Allah’ın Resulü! Sen’den ayrılmak bana gerçekten zor ve ağır geliyor fakat “Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır.” Buradan bir adım bile içeri geçemem, çünkü sen geçip gidersin, perdeleri yarıp geçer, yükselirsin. Ama ben geçmeye kalkışırsam baştan ayağa yanar, kül olurum, dedi.

Ondan sonra Allah elçisi yalnız başına Sidre mıntıkasını da aşıp yükseldi, ta Arş-ı A’zam’a vardı.
Muhammed (a.s.) Arş’a varır varmaz, Huzur-u Bâri’ye şöyle selam vererek girdi:

“Ettehıyyâtü liİlâhi vessalavâtü vet tayyibât”
-Saygılar; bedeni ve mali ibadetlerin hepsi Allah’adır.
Rabbi selamını şöyle aldı:

“Esselâmü aleyke eyyühen neblyyü ve rahmetüllâhi ve be ra kâ tüh” -Selam sana ey peygamber, Allah’ın rahmeti de bereketi de sana…-
Allah tarafından verilen bu selamı, Peygamberimiz (a.s.) acaba nasıl almıştır?
Selamı:

“Esselâmü aleynâ ve alâ ıbâdlllâhis sâlihıyn”
-Selam bize ve Allah’ın salih kulları üzerine olsundiyerek aldı.
Sonra:

“Eşhedü en lâ ilâhe illellâh” -Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ma’bud yoktur- dedi. Rabbi şu cevabı verdi:

‘Ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh” -Ben de şehadet ederim ki Muhammed hem O’nun kulu ve hem de O’nun rasulüdür