İslâm’da Zekât

By | 4 Temmuz 2015

islamda-zekatİslâm’ın Mekke yıllarında ibadet mükellefiyetleri yerine genelde imana yönelik emir ve tavsiyelerin varlığı söz konusu olduğu için, diğerleri gibi zekât da, Medine yıllarında farz kılınmıştır. Ancak bu, Mekke’de zekâttan hiç bahsedilmediği anlamına gelmemektedir. Zira üslup itibarıyla İslâm’da ‘tedricilik’ önemli bir yoldur. Buna göre, mükellef tutulmadan önce insanları zihnen konuya hazırlamanın ayrı bir önemi vardır ve zekât konusunda da bu yola başvurulduğu görülmektedir. Mekke’de inen ayetlerde zekât kelimesi, ibadet olarak zekât yerine değil de ‘temizlemek’ gibi diğer anlamlarda kullanılmış, aynı zamanlarda önceki ümmetlerden bahsederken onların zekât mükellefiyetini yerine getirdiklerine vurgu yapılarak zihinler hazırlanmaya başlanmıştır. İmanla zekâtın bütünleşmesinden de bahsedilen bu dönemde, aynı zamanda inanmayanların ortak özelliği olarak zekât vermemeleri nazara verilmiştir. Yine Mekke’de inen bir ayette, malın artması düşüncesiyle faiz olarak verilen şeyin, gerçekte artmadığı gibi sadece Allah rızası gözetilerek verilen zekâtın malda devamlı bir artışa sebep olacağı bildirilmiştir.
Hasat mevsiminde ‘ürünün hakkını’ vermek gerektiğini anlatan ayetle Habeşistan’a hicrette Cafer İbn Ebî Tâlib’in Necâşî’ye söylediği sözler arasında geçen, Peygamber Efendimizin namaz kılma yanında zekât vermeyi de emrettiğine dair sözleri , farz anlamında olmasa da isteğe bağlı bir zekât anlayışının daha ilk günlerden itibaren yaygınlaşmaya başladığını göstermektedir.

Zekâtın, onu vermekle yükümlü bir mü’min için vazgeçilmez bir farz olarak ilan edildiği tarih, hicretin 2. senesidir. Bu zamana kadar zihnen hazırlanan ve pratikte isteğe bağlı olarak uygulaması yaygınlaşan zekât, bu tarihten itibaren artık, vazgeçilmez bir ibadet olarak yürürlüğe girmiş ve istisnasız uygulanır olmuştur. Bu kesinliği anlatan, ‘Namazı kılın, zekâtı da verin’ veya, ‘Namazı kılarlar, zekâtı da verirler.’ mealindeki benzer ayetler, ayrı kipleriyle beraber Kur’ân’da kırktan fazla yerde tekrarlanmış ve böylelikle emirdeki kesinlik ifade edilmiştir.
Uygulamada Peygamber Efendimiz’e emirle organizasyonu ifade eden, ‘Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın..’ mealindeki ayetle, toplanan zekâtların kimlere verileceğini bildiren ayetler, herhangi bir boşluğun bırakılmaması adına ayrıca dikkat çekmektedir. ‘Cibril hadisi’ olarak bilinen ve Cebrail’in insan kılığında Peygamber Efendimiz’e gelerek belli başlı konuların, soru-cevap tarzında genele takdim edildiği yerde ‘İslâm nedir?’ sorusuna karşılık, ‘Allah’a ibadet etmen, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaman, namazı kılıp zekâtı vermen ve Ramazan orucunu tutmandır.’ şeklindeki cevap ve daha buna benzer başka diyaloglar da, bu farziyeti anlatan ayrı birer unsurdur.

Bu noktadan sonra Peygamber Efendimiz, kendisine dini öğrenmek için gelen insanlara namazla birlikte zekâtı da emretmiş, etrafa gönderdiği elçilerinden de aynı vazifenin yerine getirilmesini istemiştir. Kendisine ‘bey’at’ eden kimselere zekât şartını da koşan Peygamber Efendimiz, ‘İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun Rasûlü olduğuna şehadet, namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak demek suretiyle aynı zamanda İslâm’ın şartlarından biri olarak zekât hakkındaki son hükmü ilan etmiştir.

Ana noktaları itibarıyla Kur’ân’da anlatılan zekâtın, detaylarını etraflıca tarif ve tatbik eden Peygamber Efendimizin bütün uygulamaları, başka delile ihtiyaç bırakmayacak mahiyette zekâtın vazgeçilemez bir farz olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Peygamber Efendimizin vefatından sonra, bir kısım insanlar, ‘Namaz kılarız ama zekât vermeyiz!’ gibi bir tavır sergileyince Hz. Ebû Bekir, namazla zekâtın arasını ayıranlarla gerekirse savaş ilan edeceğini söylemiş ve Hz. Ömer gibi önemli insanların itirazlarına rağmen, Peygamber Efendimizin konuyla ilgili hadislerine istinaden bu fikrinden taviz vermemiştir. Gerek Peygamber Efendimizin gerekse kendisinden sonraki halifelerin, başta sahabenin ileri gelenleri olmak üzere birçok önemli ismi zekâtın organizasyonunda görevlendirdiği bilinmektedir.
Zekâtın organizesindeki bu hassasiyet, ‘Öyle bir zaman gelecek ki, elinde altından sadakası ile adam dolaşacak ve onu alacak kimse bulamayacak’ şeklindeki Peygamber müjdesinin gerçekleşmesini netice vermiş ve bilhassa Ömer b. Abdülaziz döneminde herkesin müşahede edebildiği böyle bir zenginliğin, toplumun bütün kesimleri tarafından yaşandığına tarih şahit olmuştur.