İlim İle İlgili Bir Başka Hikaye

By | 20 Temmuz 2015

ilim-ile-ilgili-bir-baska-hikaye   Vaktiyle, bir hâkim Sivas’a tayin olunmuş. Eşraf belde, kadı efendiye hoş geldin demeğe gitmişler. Sohbet esnasında, mecliste hazır bulunan zevatın meşrepleri söz konusu olmuş ve kimisi Rüfâ’i, kimisi Halveti, kimi Nakşi, kimi Mevlevi olduklarını söylemişler. Meğer, kadı efendi tarikatlere inanmadığından, bunların konuşmalarına bıyık altından güler dururmuş. Herkes nisbetini bildirdikten sonra, kadı efendi misafirleri ile alay etmek kasdıyle gülerek:
— Efendim, fakir de Bektaşi’yim, demiş. Hazır bulunanlar, medrese tahsili görmüş sarıklı bir zatın, bir hocanın, bir kadı efendinin nasıl olup ta Bektaşi olduğuna şaşmış kalmışlarsa da nezaketen hayretlerini açıklamamışlar.
Vakit gecikmiş ve sohbet sona ererek herkes dağılmış. Kadı efendi aynı zamanda tarikat ehline düşman imiş, bu sebeple o gece konuşulanlara bir hayli içerlemiş amma o da belli etmemiş. Neyse, yatsı namazını kılmış ve yatağına uzanmış. O gece korkunç bir rüya görmüş. Rüyasında kıyamet kopuyor ve kendisini huzur-u izzete çağırıyorlarmış. Yaptığı adlî hatalardan ötürü kadı efendinin cehenneme atılması irade buyurulmuş ve icraya memur melekler sürükleyerek götürürlerken feryat ve figan ederek gözyaşı döküyormuş ki, nur yüzlü bir zat-ı şerif, huzuru hakka varmış ve secde ederek:

— Yâ Rabbi! Bu zat benim dervişimdir, bana tâbidir. Ben, senin dostun ve velin Hacı Bektaş-i Veli’yim. Bu kadı’yı nâra atarsan, vallahi cennetine girmem. Ya, beni bırak onunla birlikte nâra gireyim. Ya, onu bırak benimle cennetine girsin, niyazında bulunmuş. Allah celle:
— Al, bu âsi kadı’yı sana bağışladım, buyurarak dostunun niyazına icabet eylemiş ve Hacı Hünkâr-ı Veli hazretleri, Kadı’nın elinden tutarak kendisini cennete iletmiş, hayret ve dehşet içinde kalan kadı efendiye de:
— Yalandan müride iltifatımız ancak budur. Gerçekten benden olsaydın seni cennet-i zata eriştirirdim, buyurmuş.
Kadı efendi bir uyanış uyanmış ki, bir daha uyuyamamış ve bir daha ebedî uyumamış.. Sabahı zor etmiş, kendi kendisine:
— Yalandan Bektaşi olduğum halde, Hacı Hünkâr’ın şefaatiyle nârdan azad edildim ve cennete girdim. Ya, hakikaten mensubu olsaydım kim bilir ne yüce bir makama nail olurdum, diye söylenmiş durmuş. Skbah namazından sonra, bir gece evvel sohbet ettiği zevatı bulmuş, başından geçenleri anlatmış ve:
— Sivas’ta bir Bektaşi şeyhi varsa, hemen ona bi’at edeceğim, demiş ve dediği gibi yaparak Sivas Bektaşi şeyhine intisap etmiş ve tarikat-i Bektaşiyye’den olmuş.
Bu kadı efendinin sohbetinde bulunan üstadımdan dinlediğim bu kıssayı aynen ve harfiyyen hikâye ettim. Hemen ilâve edeyim ki, zamanımızda zâhiren böyle zevat-ı âli-kadre nis- bet iddiasında bulundukları halde efendilerinin yoluna ihanet eden sahtekârlardan bu zevat-ı zevil-ihtiram beridirler. Nis- bet iddialarına rağmen ihanet eden kimseler, bir piçin herkesin saygı ve itibarını kazanmış yüksek bir zatın evlâdı oldu-
F: 2
ğunu ileri sürmesine benzerler. Babasının kim olduğu bilinmeyen ve bir fahişeden dünyaya gelen ne idüğü belirsiz bir piçe, böyle bir zat: (Evlâdım…) diyebilir mi, bilmem?
İnsan, döl evlâdı olmasa dahi, kendisine nisbet iddia ettiği zatın yoluna ittibâ ile ve o yola ihanet etmeyerek, yol evlâdı olmağa çalışmalıdır.
Ey Hakka tâlip olan âşık:
Ehlullah’a bende olanlar mahrum kalmazlar. Kıtmir, alelâde bir kelp iken, Ashab-ı kehf’in köpeği olduğundan cennete dahil olursa, bir veli’ye bende olan mahrum mu kalır? Hâşâ; aslâ mahrum kalmaz ve bende olduğu zat ile elbette cennete girer. Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, hak kelâmında: (Kişi, sevdiği ile beraberdir.) buyurmadı mı?
Hak mürşitler, birer mânevi hekimdirler amma, bildiğimiz doktorlar gibi değildirler. Bedenî hastalıkları tedavi eden hekim doktorlar, hastalarını muayene ederler ve bazı ahvalde perhiz tavsiyesinde bulunurlar:
— Şunu ye, bunu yeme! gibi öğütler verirler. Fakat, söyleyeceklerini söyler, reçetelerini yazar ve hastalarını terk ederler.
Halbuki, mâ’nevî kalp hastalıklarını tedavi eden hak mürşitler, hastalarını ne dünyada ne de ukbâda aslâ bırakmazlar. Zira, mürid mürşidin yol oğludur. Evlât, hayırlı veya hayırsız dahi olsa, bir ana-baba yavrularını terk edebilirler mi? Evlât sahibi olanlar için, evlât sevgisinin ne demek olduğu malûmdur. Kaldı ki, hak mürşitler mâ’nevî evlâtlarına karşı kendi ana-babalarından daha müşfiktirler, daha merhametlidirler. Ana ve baba, aşırı sevgileri, bilgisizlikleri ve tecrübesizlikleri yüzünden, ekseriya evlâtlarının âli bir makamdan süfli bir makama düşmesine sebep olabilirler. Yol babası hak mürşidi ise, mâ’nevî evlâtlarını süfli makamlardan ulvi makamlara yüceltip yükseltmeğe ve onları dünya ve âhirette saadet ve selâmete iletmeğe, mesrur ve handan etmeğe gayret ederler. Mâ’nevi evlâtları hayırsız dahi olsa, onu terk etmezler. Bu nasıl olur? deme… İnkâra kalkışma!… Hak mürşidin rızası, Resûl-ü zişânm rizası, Resûl-ü zişânın rizası da, Allahu azim-üşşânm rizasıdır. Şefaat haktır ve Allahu teâlâ sevdiği kullarına şefaat izni verecektir. Halife, müstahlefinin sıfatlarına malik olmak demektir. Böyle olunca da, Aleyhissalâtü ves-selâm efendimize halife olan zevata da mutlâka şefaat izni bahşolunacağından, elini tutan kimselere şefaat edecekleri de mutlak ve muhakkaktır.