Hz. İbrahim Güneşi Allah Sanıyor

By | 4 Mart 2015

ibrahim-gunesi-allah-saniyorHz. İbrahim, büyük dedesi Nuh’dan da 1918 yıl sonra dünyaya gelmişti. Ve yaşadığı devrin kavmi Hak dinin yolunda olmadığından işte puta tapıp duruyorlardı. O hâlâ Rabbini arıyordu.

Bir gece gökyüzüne dala dala taş evlerinin terasasında uykuya dalmıştı.Sabahın serin yelleri eserken birkaç esinti onun yüzünü okşadı, kendisini uyandırdı. Etrafta hafif bir aydınlık vardı.Birdenbire büyük bir çöl güneşi bütün kırmızılığı ile ufuktan göründü. Bir kalkan gibi yusyuvarlak, koskocamandı güneş.

İlk gördüğü yıldız parlak mı parlaktı? Lâkin sonra geceyi aydınlatan Ay da ondan büyük mü büyüktü. Fakat şimdi gündüzü aydınlatmaya başlayan Güneş ise Ay’dan da kocaman mı kocamandı.İbrahim, terasadaki yattığı yerden hemen sıçradı.

Rabbim bu mu yoksa? diye haykırdı. Galiba benim Rabbim bu olacak. Yıldızlardan da, Aydan da büyük bu! Dünyayı aydınlatmaya başladı. Her tarafı bembeyaz ışıklariyle dolduruyor. Sıcaklık veren bu güneş, ekinleri büyüten bu güneş, dünyaya hayat veren bu güneş! Anladım, anladım. Benim aradığım Rabbim, evet, budur!

İbrahim kollarını güneşe doğru açtı:
— Çok şükür sana Allah’ım! dedi. En sonunda buldum seni işte! Artık benim ibadetim yalnız sana olacaktır.
Güneş ufuktan gök kubbeye yükselmeye başladı. Ortalığı daha çok ısıttı. Kuşlar ona doğru çok defa sevinçle gidip geldiler. Bulutlar bile ona kaç defa koşuştular, onu kucaklamak istediler.

İbrahim, büyük bir sevinç içindeydi. Fakat bu sevinci de üçüncü kez yarıda kaldı, sonra söndü, gitti. Çünkü akşam olmuş, güneş de batmış, gözden kaybolmuştu. Şimdi güneşten bir iz olarak batıda kırmızı bir renk, gittikçe sararan, kararan bir donukluk vardı. Oysa kendisi bütün gün ona Allah diye ibadet etmişti.

Fakat güneşi tutmalıydı. Yakalamalıydı o? Onun nereye gittiğini görmeliydi. İbrahim, hemen güneşin battığı yere doğru koşmaya başladı.
— O dağ arkasına gizlendi. Ben de tepeye çıkmalıyım! dedi. Onu görürüm oradan!

Tepelere doğru koştu amma az sonra buraları da gölgeler, karanlıklar bastı.
— Allah’ım, neredesin? Neredesin sen? diye haykırdı. Sen put değil, yıldız değil, ay değil, güneş değil, nesin sen?
Kur’an-ı Kerîm Hazret-i İbrahim’in bu ümitsiz halini şöyle açıklar:

«İbrahim, sonra güneşi doğarken gördü. “Rabbim bu mu?” dedi. Bu, onlardan daha büyük! dedi. Battığı zaman da: — “Ey kavmim, bunların hepsi yok olan varlıklardır. Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden bütün bütün uzağım!” dedi.» (En’am sûresi, âyet: 78)
Sonra birdenbire çöllerin ortasında haykırdı:

— Ben Allah’ı buldum!.. Buldum ben Allah’ı! Sen ne putsun, ne yıldızsın, ne de Ay ve Güneşsin. Bunlar olamazlar. İnanıyorum ki, beni yaratan bir Allah vardır. Ama o nerde? Ben onu bilemiyorum. Göremiyorum ben onu! Her şey bana onun var olduğunu isbat ediyor.
Allah her yerde hazırdır. Bizi görür. Her şeyi görür O. Yapılmıyacak işleri O yapar. Bu dünyayı yaratan O’dur. Bu yıldızları, bu gökleri yaratan O’dur. Bütün bu gördüklerimi O yaratmıştır. İşte ben bundan sonra ne yıldıza, ne Ay’a ne güneşe tapınacağım. Ben bu Allah’a ibadet edeceğim. Allah’a ne Ay’la, ne Güneş’le, ne insanların kendi yaptıkları putlarla eş koşulabilir. Ben artık varlığımı, benliğimi gökleri ve yerleri yaratan Allah’ıma çevirdim. Ben Allah’ıma eş koşuculardan değilim!

Ve Kuban-ı Kerîm bu konuda şöyle buyurur:
«İbrahim dedi ki: — “Hiç şüphe yok ki ben tek olan Allah’a inanmış bir kişi olarak yüzümü o gökleri ve yeri yaratan Allah’a çeviriyorum. Ben ona ortak koşanlardan değilim.”»

(En’am sûresi, âyet: 79)

İbrahim, artık Allah’ı bulduğuna inanmış olarak gönlü ferah içinde geriye, evine döndü. Arkasındaki dağ karanlık gölgeler içine dalmıştı. Bu gönül huzuru içinde yatağına yattı.

Sabah olunca İbrahim uyanmıştı.
Gönlünde Allah’ını bulmaktan doğan sevinç hâlâ bütün genişliği ile yaşıyordu.
Babası Âzer’e baktı. Babası, yatağından kalkmış, tapmak üzere elle yapılan putların yanma gitmişti. Azer onların karşısına gelince onlara tapınmağa, ibadete başlamıştı.

İbrahim, yavaşça yatağından kalktı.
Ayak uçlarına basa basa babasının yanına geldi. Onun yaptığı şey hiç de doğru değildi. İnsana ne zararı, ne faydası olan bu gibi şeylere Allah diye tapmanın mânası yoktu. Bunu bugünde babasına anlatmalı idi.

— Baba, baba! dedi. Sen putları Allah mı sanıyorsun? Onlara ibadeti gerekli mi görüyorsun?
Babası Azer:

— Elbette evlâdım! diye cevap verdi.
İbrahim:
—— Baba dedi. Ben seni de, kavmini de apaçık olarak sapıklık içinde görmekteyim.
— Neden oğlum?

Yüce Allah, Kelâm-ı Kadîminde Hazret-i İbrahim’in cevabını şöyle bildirmektedir:
Ey babam! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiç faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?» (Meryem sûresi, âyet: 42)
Yine babasına sordu:

Ey baba! Sana gelmeyen bir (İlâhi) bilgi bana geldi. Bana ay! Seni doğru yola ileteyim.» (Meryem sûresi, âyet: 43)
Hazret-i İbrahim’in babası Azer:
— Biz putlara tapıyoruz! dedi. Hazret-i İbrahim:
— Taptığınız bu taş suret nedir sanki? dedi. Babası:

— Onlar benim atalarımın ilâhıdır. Biz babalarımızı da bu biçimde ibâdet ederken gördük! dedi.
İbrahim de onlara şu soruyu sordu:

İşte sizin önceki zamanlardan gelip geçmiş atalarınızın neye taptıklarını gördünüz mü?» (Şuarâ sûresi, âyet: 75 – 76) Biliniz ki o putlar benim düşmanımdır. Dostum ise ancak âlemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, bana hidâyet yolunu gösteren de O’dur.» (Şuarâ sûresi, âyet: 78)
Beni yediren de, içiren de, hasta olduğum zaman bana şifâ veren de O’dur. Beni öldürecek olan da, diriltecek olan da O’dur.» (Şuarâ sûresi, âyet: 79-80-81)

Ahiret, din gününde suçlarımın bağışlanmasını kendisinden yakaracağım O’dur. Ey Rabbim! Bana hikmet ver, beni sâlih, iyi kişiler arasına karıştır.» (Şuarâ sûresi, âyet: 82 – 83)

İbrahim’in babası Âzer, oğlunun bu sözlerini duyunca, bir türlü eni a madiği gerçeği artık anlamış bulunuyordu. Oğlu onun tapındığı ilâhlara ve dinine karşı çıkıyordu. Oğlunu kendi dinine dönmesi için ya öğütte bulunmayı, ya da onu korkutmasını düşündü. Ona önce darlı, sonra şu sert sözlerde bulundu:

Dedi ki: Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Yemin ederim ki, şayet vazgeçmezsen seni recm ederim. Uzun bir müddet benden uzaklaş.» (Meryem sûresi, âyet: 46)

Sonra hem kendi kavmine, hem de babasına döndü. Sorusunu rekrarladı:
Sizin tapmakta olduğunuz bu heykel temsilleri nedir?»
Enbiyâ sûresi, âyet: 52)

Biz atalarımızı bunlara tapar gördük!» (Enbiyâ sûresi, âyet: 53*
Onlar bu cevapları ile o putçukların kendisinin ve büyük babalarıdır. ilâhı olduğunu söylemiş oldular.
İbrahim de:
«Ey baba, tapma sen Şeytana! Rahman’a asî olan, başkaldırandır.» (Meryem sûresi, âyet: 44)
Sonra, İbrahim babasına duyduğu şefkati, içindeki korkuyu bildirdi.

«Babacığım! Ben esirgeyici olan Allah’a isyan etmiş olan Şeytan’a uymandan ve Rabbim tarafından sana bir azab gelmesinden korkuyorum!» (Meryem sûresi, âyet: 45)

İbrahim, babası Âzer’e yine sordu. Yüreği, onun puta tapması nedeni ile üzgündü:
«Çağırdığınız zaman o putlar sizi işitiyorlar mı? Size fayda mı, zarar mı verirler?» (Şuarâ sûresi, âyet: 73)
Puta tapan o halk şu cevabı verdiler:

«Dediler ki, evet, vermezler ama ey oğulcağızım! Ey İbrahim, sen bizim tanrılarımızdan yüz mü çeviriyorsun yoksa? Bu halinden vaz geç. Eğer vaz geçmezsen bil ki, seni rezil ederim. Git yanımdan! Başımdan uzaklaş! dedi.» (Meryem sûresi, âyet: 46)

İbrahim de, kendisini baba ocağından uzaklaştıran, kovan Âzer’e kızgınlıktan uzak, babasına dua eden şu cevâbı verdi:
«Sana selâm olsun, ben Rabbimden senin için af ve rahmet dileyeceğim. Çünkü o bana çok lütufkârdır.» (Meryem sûresi, âyet: 47)
İbrahim bunu açıkladıktan sonra kararını babasına şöyle bildirdi: — Sana selâm olsun baba! Ben senin için Rabbimden af ve rahmet dileyeceğim. Benim Allah’ım lütufkârdır, kerimdir. Ben artık sizlerden, sizi Allah’tan başka taptıklarınızla başbaşa bırakıp ayrılıyorum. Rabbime de dua edeceğim. Rabbe olan ibadetimde bahtsız olmamayı umarım.

İbrahim, böyle söyleyerek babasının yanından ayrıldı. Fakat babasının kavminin Allah diye putlara tapmasına hınç duyuyordu.
Birkaç gün böylece geçti. Bir gün, yine şehir halkının putlara tapınmak için gittiğini gördü. Hem de memleketin en akıllı, en ileri gelenleriydi bunlar. Az sonra hepsi de bu cansız putlara tapınmağa başlamışlardı. İbrahim onların yanına gitti.

Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

İbrahim kavmine şöyle dedi: “Allah’a ibâdet edin. O’ndan korkun. Bunu bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.”» (Ankebut suresi, âyet: 16)
Hazret-i İbrahim artık puta tapan halka son sözlerini söylemesi gerektiğini anladı. Onlara Kıyamet gününde o hesaplaşma gününü hatırlattı. Bu vazifesini nasıl yaptığı hakkında Hak Teâlâ Kuran-ı Kerimde şöyle buyurur:

Sız Allah’ı bırakıp yalnız putlara tapıyorsunuz. Yalan uydurmalarda bulunuyorsunuz. Biliniz ki Allah’ı bırakıp taptırınız o putlar) size rızık veremezler. Rızkı Allah’ın katında trayın. O’na ibâdet edin. O’na şükürde bulunun. Siz yine o Alan a döndürüleceksiniz. (Ankebut sûresi, âyet: 17)

Havminin ileri gelenleri:
— Biz de bu putlara tapıyoruz ve bu putlara tapmakta devam edeceğiz dediler.
Hazret-i İbrahim de onlara şu cevâbı verdi:

— Bu putlara neye tapıyorsunuz? Bunların size ne faydası ne zararı dokunur. Siz gerçekten biliniz ki, sapıklık içindesiniz.

İbrahım’in kavmi şöyle dediler:

— Sen bize bir gerçeği mi getirdin? Yoksa bizimle alay eden birisi misın?

— Hayır! Hayır! Sizin Rabbiniz ancak gökleri ve yeri yaratan tek Allah’tır. Ben de bu söze, itikat edenlerdenim. Allah’a ant içerim ki,
siz arkanızı dönüp gittikten sonra sizin putlarınızla elimden geldiği kadar uğraşacağım. Onları kıracağım, yok edeceğim..

Çükü İbrahim Allahü Teâlâ’ya güveniyordu. Cenâb-ı Hak da Hak dinini yaymak için onun tek Allah’tan başka Allah tanımadığını biliyordu.  Nitekim, İbrahim’i Kuran-ı Azimüşşan şöyle övmektedir: İbrahim, gerçektir ki, Hak dine yönelen bir öncüydü. O hiç bir vakit Allah’a ortak koşanlardan olmadı. Verilen Allah nimetine şükrederdi. Rabbi de onu seçmiş, seçkin kılmış, doğru yolda yürütmüştü.» (Nahl sûresi, âyet: 120 -121)
-Biz (İbrahim’i) dünyada iyi güzel ahlâk, âhiret’te de salih kişilerden eyledik.» (Nahl sûresi, âyet: 122)