Hz. Yakub Babasının Yanına Dönüyor

By | 4 Mart 2015

Lâban’ın sürüleri düz beyaz doğurmadığı için günden güne eksilmekteydi. Hele koyunlar zayıf bulunduğu zaman, Hz. Yakub bu çubukları su yalaklarına koymazdı. O zaman doğan zayıf koyunları dayısının sürüsüne katardı. Ama sürü bol ot zamanında yiyip kuvvetli dunca yine bu çubukları onların su yalaklarına yerleştirir, sürüde renekli kuzular doğar, onları da kendi sürülerine katardı.

Hz. Yakub, böylece sürüsünü arttıra arttıra büyük bir zenginliğe kavuştu. Onun sürüleri o kadar çoğaldı ki akşam üstü ağıllarına dönerken çıkarttıkları tozlar gökyüzüne kadar yollarda yükselirdi. Hz. Yakub böyle sürü sürü varlık sahibi olunca cariyeleri de arttı. Kölelerine, deve ve eşek sürüleri de çoğaldı.
Artık Hz. Yakub’un zenginliği ve malı, dayısı Lâban’m da varlığını reçmişti.
Bir gündü:
Hz. Yakub, yine sürüsünün arasında dolaşıyordu. Dayısının oğulunun şöyle gizlice konuştuklarını duydu:
— Görüyor musunuz? Yakub ne kadar zengin oldu. Sürü sürti hayvanı var.
— Çifter çifter cariyesi var!
— Kol kol köleleri var!.
İçlerinden birisi:
— O, babamızın bütün malını aldı. Kendini kayırdı, dedi. Bir başka oğul:
— Evet bütün varlığını babamızın malından kazandı! diye bağırdı.
Aradan birkaç gün geçince dayısı Lâban’m yüzünü gören Yakub. onun kendisine eski tatlı gözlerle bakmadığını gördü. Demek ki oğulları kendisi aleyhinde babalarını kışkırtmışlardı.
Hz. Yakub’un gönlünü büyük bir üzüntü kapladı.
— Karşılıklı sevgi olmayan bir yerde yaşanamaz artık! dedi. Beni dayımın oğulları da kıskanıyor. Dayım da bana başka bir gözle bakıyor artık! Ben ne yapmalıyım?
O zaman ona hatiften, gök kubbeden, Yüce Rab’den bir nida geldi:
— Ey Yakub! dedi. Atalarının diyarına dön. Akrabalarının yanına git. Ben senin yardımcımın!.. Seninle beraberim.
Hz. Yakub, hemen oğullarından birine seslendi. Onu iki karısının. Rahel ile Lea’nın yanına yolladı:
— Git, analarınıza söyle ki buraya, kıra sürülerimizin yanına gelsinler! dedi.
Rahel ile Lea, çadırlarından çıkarak Sahraya doğru yürüdüler. Hz. Yakub’un yanma geldiler. O da onlara:
— Ey Rahel! Ey Lea! Ey karıcıklarım! dedi. Ben babanız Lâban’ın artık şefkatli gözlerinden uzak kaldım. Bana eskidenberi baktığı tatlı bakışlarla bakmıyor. Onda artık ne bir şefkatli dayı gözü, ne de tatlı bir kayın baba gözü var. Anamın kardeşi olan bir erkek bana böyle mi bakmalı?.. İki karımın babası olan bir kaynatadan yıllar sonrası göreceğim saygı ve sevgi bu mudur! Ama babamın Allah’ı bana şöyle seslendi:
— Ben senin yardımcımın! Ben seninle beraberim! dedi. O, benimle birlik oldu. Şimdi size soruyorum. Doğru cevap verin bana!..
İki kadın:
— Sor! Doğru cevap vereceğiz sana ey Yakub! dediler.
Hz. Yakub:
— Siz, benim bütün gücüm ve varlığımla babanıza hizmet ettiğimi biliyorsunuz değil mi? diye sordu.
— Biliyoruz! Buna da şahitlik ederiz.
— Fakat babanız, benim gündelik ve aylığımı on kere değiştirdi. Sana türlü zulümler etti. Ama babam İshak onun bana bir kötülük r:mesine meydan vermedi. Bana koyunlarım pay ettiği zaman:
— Bütün benekli ve noktalı koyunlar senin olsun! demişti. Allah ra bütün koyunları o günden sonra hep alacalı doğurttu. Hepsi benim oldu.
— Öyle oldu ey Yakub!
— Evet, öyle oldu. Böylece de Yüce Allah babanızın malını, davarını bana ihsan etti. Sürüler kızışma, çiftleşme mevsimine girince rüyamda gözlerimi kaldırdım. Sürülerini aşan teke ve koçların alacalı ve çizgili olduğunu gördüm. Allah’ın Yüce Meleği bana rüyada grrunerek:
— Ey Yakub! diye seslendi bana! Ben de:
— İşte karşındayım ya Yüce Melek! dedim. O da bana dedi ki:
— Şimdi gözlerini şu sürülerini aşmakta olan teke ve koçlara çevir bak! dedi. Ben de dişilerine atlayan teke ve koçlara baktım. Bir de ne göreyim. Hepsi de noktalı benekliydiler. Şaşırdım. Büyük Melek:
— Evet! dedi. İşte tekelerin ve koçların hepsi alaca ve noktalıdır. Tunkü dayın Lâban’m sana neler yaptığını, ne zahmetler verdiğini Rabbımiz gördü.
Hani sen buraya gelirken Beyt-El’de bir direk dikmiştin. Kendini Allah’a teslim etmiştin. Sonra direği meshedip bir adakta bulunmuştur.Simdi kalk. Bu ülkeden çık, doğduğun ülkeye dön.
Yakub’un iki karısı Rahel ile Lea, kocalarından bu sözleri işitince:
— “Ey Yakub, babamızın evinde artık yapımız ve mirasımız var” diye sordular.
— Neden böyle soruyorsunuz?..
— Çünkü o bizi sana yaptırdığı işe karşılık satmıştı. Artık biz wun gözünde bir yabancı sayılmaz mıyız? Satış ücretimizi yedi, bitirdi.Allah’ın babamızdan aldığı bütün o servet bizim ve evlatlarımındır. Şimdi sen Allah’ın her söylediğine boyun eğ!..
Hz. Yakub:
— Dediğinizi yapacağım! Hazırlanın.
İki kadın obaya döndüler. Göç hazırlığına başladılar. Hz. Yakub da yanlarına gelince develerini çekti. Yükledi. Sonra çocuklarını, kadınlarını  birer birer develere bindirdi. Ne kadar üremiş davar varsa, ne ürettiği malı toplanmışsa hepsini aldı.
— Artık, babam İshak’ın yanma, Kenan diyarına yürüyün! dedi. Şimdi develer böğürerek, koyunlar, keçiler meleyerek büyük bir kafile Peddan  Aran denilen bu diyardan batıya, Urfa’dan Filistin’e, Kenan diyarına doğru göçe başladı. Toz ve duman bulutu kafilenin arkasında yükseliyor, onlar güneşin battığı ufuklara doğru ilerliyorlardı, oraya doğru yol alınmaktaydı.
Şimdi hepsi Hz. İshak’ın yanma gidiyorlardı.
Fakat Hz. Yakub, dayısı Lâban üç günlük mesafede olduğu için bu yerlerden ayrılırken ne onun gözüne görünmüş, ne de ona haber mişti. Ayrıca karısı Rahel de, babasının koyunlarını kırkmağa gitmiş olmasından faydalanarak Lâban’m taptığı putu çalıp götürmüştü.
Kafile Harran’dan Kenan diyarına yol alıyordu. Fırat nehri miş, Urfa Hz. İbrahim’in şehri gerilerde kalmıştı. Cil’ad dağına doğru yol alınmaktaydı.
Lâban, kızlarının ve güveyi ve kızkardeşi oğlu Hz. Yakub’un tıklarını ancak üç gün sonra haber aldı. Onların obasını boş görünce:
— Yakub nerede? diye sordu. Hem kızlarım, torunlarım da de?..
— Bütün mallarını ve sürülerini, adamlarını topladılar, buradan kaçtılar! diye cevap verdiler. Lâban:
— Çabuk, kardeşlerim buraya gelsin! diye haykırdı. Onlar gelince:
— Hemen ardımdan geliniz. Şu kaçak damadımı, kızlarımı yakalayalım! dedi. Onlar da toplandılar, Cil’ad dağına doğru at sürdüler.
Dağlar, dereler aştılar. Fırat ırmağını geçtiler. Nihayet yedi gün sonra Cil’ad dağına geldiler. Hz. Yakub’un kafilesine yetiştiler.
Gece olmuştu.
Hz. Yakub’un kafilesi dağın bir yönünde, Lâban’m adamları da onlara karşı bir yönde çadır kurmuşlardı.
Yedi günlük hızlı bir yürüyüşün yorgunluğu Lâban’a derin bir uyku vermişti. Yattı. Göz kapakları yavaş yavaş kapanmaya başladı. Az sonra da aralıksız bir uykuya daldı. Şimdi bir rüya görmekteydi. Kulakları, hatiften, gökyüzünden gelen bir takım sesler duydu. Bu sesler ona şöyle diyordu:
— Kendini sakın! Yakub’a ne iyi, ne kötü hiçbir şey söyleme!.. Ertesi sabah. Lâban, gözlerini korkuyla açtı. Kalktı, Yakub’un çadırına gitti… İkisi de merhabalaştılar. İhtiyar adam güveyi Yakub’a:
— Ey Yakub! dedi. Ne iş yaptın böyle? Benden, gizli savuşup kaçtın. Kızlarımı, kılıçla elde edilen esirler gibi götürdün.
Sonra ağlar gibi bir sesle devam etti:
— Yakub! Yakub!  Niçin bana haber vermedin sen? Niçin benden gizli savuştun, gittin? Oysa, ben seni sevinçle, türkülerle, tef ve tanburlarla yolcu eder, gönderirdim. Sana kalbimdeki nağmeler, şarkılar arasında uğur dilerdim.
Lâban daha sonra daha ağlamaklı olarak:
— Beni, kızlarımı, torunlarımı öpmeğe de bırakmadın! Bak, ne kadar akılsızca davrandın sen! dedi.
Hz. Yakub susuyor, kaynatasına hiç cevap vermiyordu. Lâban yeinden söze başladı:
— Ey Yakub! Ey kaçak oğul! dedi. Size kötülük etmeye gücüm yetişmez değil. Fakat babanız İshak’m Rabbi dün gece bana nida etti:
— «Ey Lâban, kendini Yakub’a gerek iyi, gerek kötü şeyleri söylemekten sakın!…» dedi. Ben sana fenalıkta da bulunacak değilim. Buna böylece bil. Ama şimdi soracağım soruya doğru cevap ver.
Hz. Yakub:
— Buyurunuz, söyleyiniz. Elbette doğru ceyap veririm! dedi. Lâban:
— Evet, biliyorum. Sen şimdi baba evine, ana yurduna olan hasretinden dolayı çıkıp gidiyorsun. Bu ayrılık ateşine dayanamadın. Ama niçin benim putlarımı da çaldın? diye sordu.
Hz. Yakub, bu putları karısı Rahel’in, baba evinden, kaçırdığını nimiyordu.
— Ey dayı! dedi. Ben korktuğum için kaçtım.
— Neden korkacakmışsın?
— Kızların olan benim iki karımı benden geri alırsın diye korktum. Çünkü son günlerde artık bana sevgin de, saygın da değişmişti. Yüzünden düşen bin parça oluyordu. Tatlı bir gülümsemeni bile görmüyordum. Çocukların benim aleyhimde seni doldurdular.
— Ya taptığm putlar ne oldu?
— Onları da ben almış değilim. Onları ara. Kimde bulursan hayat ma haram olsun. Yaşamasın! Onun kanı kurusun. Kardeşlerinin gözü önünde istersen mallarımı da arama, tarama yap. Yanında her neyini bulursan al, götür! dedi. Ben sana bundan dolayı kötü söz söylemiyorum, bulursan el koy!
Lâban:
— Peki! diyerek Yakub’un çadırına girdi. Aradı, taradı. Kendisine ait bir malı bulamadı. Oradan çıktı. Büyük kızı Lea’nın çadırına girdi. Orada da bir eşyasını bulamadı, ki cariyenin çadırlarına girdi. Orada da çalınmış, kaçırılmış bir şey görmedi.
— Şimdi bir de Rahel’in çadırına bakayım! dedi. Oraya da girdi. Rahel bu sırada babasının tapındığı putları almış, devesinin hörgücüne binmiş, onları kasığının altına saklamıştı. Babası Lâban bütün çadırı aradı. Her yeri yokladı. Bir şey bulamadı. Rahel’e döndü.
— Kızım, neden deveden inmiyorsun, yanıma da gelmiyorsun? diye sordu.
Rahel:
— Babacığım! dedi. Kusura bakma aybaşım var! Bunun için huzuruna gelemiyeceğim. Beni bağışla! Sakın gücenme olur mu?..
Hz. Yakup:
— Ey kaynatam! Ey dayım! dedi. Benim suçum neydi? Benim hatam neydi ki ardımızdan kızgınlıkla rüzgâr gibi geldin? Şimşek gibi koştun. İşte eşyamın hepsini yokladın. Kendi evinin eşyasından ne buldun? Bulduğun bir şey varsa kardeşlerinin ve kardeşlerimin gözü önüne koy. Hükmü onlar versinler, bizi yargılasınlar!..
Hz. Yakub, sonra sesini daha da yükselterek şöyle haykırdı:
— Tam yirmi bir yıldan beri senin yanındayım. Tam yirmi bir yıl sana çalıştım. Keçilerine, koyunlarına baktım. O koyunların, o keçilerin yavru düşürmemesine dikkat ettim. Düşürtmedim de bir kuzuyu ve oğlağı!.. Senin, sürülerinin koçlarını kesip yemedim. Kursağımdan hiç birinin haram eti geçmedi. Hatta yırtıcı kurtların, hayvanların parçaladığını bile sana getirmezdim. Onların ziyanını ben çekerdim. Gündüz olsun, gece olsun çalmanı sen benden isterdin durmadan!.. Hâlim böyleydi benim! Gündüzün sıcakları, gecenin serinliği ve soğuğu beni harap ederdi. Gece olur gözlerime uyku girmezdi. Kaçardı uykum benim tam yirmi bir yıl, tam üç kere yedi yıl, evinde böyle vakit geçirdim. Ön dört yıl iki kızın için, yedi yıl da sürülerin için sana hizmette bulundum. Ya sen ne yaptın? Tam on defa ücretimi değiştirdin. Eğer babam İshak’ın Allah’ı, yani Atam İbrahim Halil’in korktuğu Yüce Allah’ı benim imdadıma yetişmeseydi, bana yardımı olmasaydı sen mutlaka beni memleketime eli boş döndürürdün!.. Allah benim kederimi ve benim elimin emeğini gördü. Dün gece seni azarladı.
Lâban, uzun tekdir ve azarı Hz. Yakub’dan duyunca:
— Ey Yakub!.. dedi. Bu kızlar benim kızlarım. Bu oğullar benim oğullarım. Bu sürüler de benim sürülerimdir. Sözün kısası, gördüğün 11e varsa burada görülen her şey benimdir. Ama bugün kızlarıma ve onların doğurdukları çocuklara ne yaparım? Ne hizmetim dokunabilir? Haydi gel, seninle bir andlaşma yapalım!
— Ne andlaşması?
— Bir şehadet andlaşması. Bu andlaşma ikimize de şahit olacak.Senin ve benim aramda doğrucu bir şahit.
— Peki…
Hz. Yakub, böyle diyerek yerden bir taş aldı. Onu dikine toprağa yatarak Lâban’ın oğullarına:
— Siz de taş getiriniz dedi. Onlar da taş getirerek bir yığın yaptılar. Bu taş yığınının üstünde yemek yediler. Lâban:
— Bu taş yığınının adı “Şahadet Taşı — Yecer Sahaduta” olsun! âedi.
Hz. Yakub da:
— Sen kendi dilinle bu adı koydun. Bizim İbrahim dilimizde bu ı; yığının adı Celi olsun! dedi. Bu da “Şahadet taşı” anlamındaydı.
Lâban:
— Öyle olsun! Bu taş yığını bugün benimle senin aramızda işte : r şahittir! dedi. Çünkü birbirimizden ayrıldığımız, birbirimizi gözdeen kaybettiğimiz zaman Rab, seninle benim aramda gözcü olsun.
Sonra Hz. Yakub’a öğütte bulundu:
— Eğer kızlarımı incitirsen, eğer kızlarımın üzerine başka karı alırsan, seninle benim aramda kimse değil, sadece Allah şahidimizdirdedi.
Lâban durakladı. Sonra sözlerini şöyle bitirdi:
— İşte taş yığını bu! İşte seninle benim aramda dikilen direk! Gerek bu taş yığını, gerek bu taş direk şahit olsun ki bir kötülük yapmak için ne ben bu taş yığınından senin tarafına geçeyim. Ne de sen taş yığınından benim tarafıma geçesin! Deden İbrahim’in Rabbi onun babası Nahur’un Rabbi ve onların atalarının Rabbi benimle searanızda hüküm versinler.
Lâban susunca ona Hz. Yakub şu cevabı verdi:
— Ben de babam İshak’m korktuğu Allah’ın adına yemin ederim k: bu andımıza sadık kalacağım.
Hz. Yakub, sonra, aşağıda kurban kesti. Lâban’ın oğullarını da yemeğe çağırdı.
— Buyurun, birlikte yiyelim! dedi.
Yenildi, içildi. O gece de dağda kaldılar. Lâban sabahleyin erkenden kalktı. Kızlarını ve onların oğullarını öptü. Hepsine de:
— Güle güle gidiniz! dedi. Büyük amcam İbrahim’in diyarına güle rke varınız! diyerek hayır dualarda bulundu. Sonra kendi adamlarına:
— Haydi, biz de geriye dönelim! Develer yola düzülsün! dedi. Hz. Yakub’un kafilesi batıya; Lâban’ın kervanı da doğuya, Haran’a hareket ettiler. Şahadet Taşı iki kafilenin ardında kaldı. Küçüldü, gittikçe küçüldü. Nihayet gözden kayboldu. İki kafile de biribirini gözden kaybettiler.