Hz. Nuh Gemisini Hazırlıyor

By | 9 Şubat 2015

Entry of the Animals Into Noah's Ark  Nuh’un asi kavminin suda boğulacaklarını bildiren Yüce Allah, Nuh’a gemisini yaptıktan sonra vereceği buyruğa kadar beklemesini emretti. Hazret-i Nûh bu zaman beşyüz yaşındaydı.Fakat, Nûh gemi yapmasını bilmiyordu. Allah’tan gelen bir vahy Nuh’a gemi yapmasını öğretti. Dünyanın ağaçları ulu ulu idi. Nûh, ormana gitti… Bu ulu ağaçlan kesmeye başladı. Onları böldü, kalaslar haline getirdi. Onları birbirine ekliyerek bir gemi kaburgası yapmaya başladı. Milletinin sefihleri, ileri gelenleri, zenginleri ve Allah’a ibâdet etmemiş asileri onun yanına geliyor, onunla eğleniyorlardı. Ona gülüyorlardı.
Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Nûh gemiyi yapıyordu. Kavminin herhangi bir güruhu onun yanından geçtikçe onu alaya alıyorlardı. Nûh da: Eğer bizimle eğlenirseniz biz de sizinle, bu eğlendiğinize benzer biçimde eğleneceğiz!» (Hûd sûresi, âyet: 38) diyordu.
Sonra çok yakında elim bir azapla cezalandırılacaklarını onlara bildiriyor ve şöyle diyordu:
«Artık pek yakında sizi perişan ve rezil edecek azabın geleceğini, uzun süreli bir azabın (âhiret’teki azabın) ise kimin başına geleceğini tam bileceksiniz!» (Hûd sûresi, âyet: 39)
Nuh’un kavmi ise bu uyarıları alayla karşılıyorlar. Ve:
— Ya Nûh! diyorlardı. Hah… hah… hah!.. Sana ne oldu böyle?.. Artık bizimle konuşmaz oldun. Allah’ın buyruklarını da bildirmez ol-dun. Ağaçlar kesmek için ormana gidiyorsun. Koca koca dallar kesiyorsun. Bak hele, bir de gemi yapmaya başladın! Çekiç kullanıyorsun. Anlaşıldı, anlaşıldı. Dülgerlik, marangozluk sana Allah’ın elçisi olmaktan daha kolay geldi.
Ve kahkahalar atarak:
— Deli olmuş Nûh! dediler. Nûh deli olmuş! Dün peygamberdi, bugün marangozluk yapıyor.
Nûh, bu alaylı sözlere aldırış etmedi. Gemisini yapmakla uğraştılar. Ovada çekiç sesleri yankılanıyor, o da Allah’ın emirlerini bekliyordu. Geminin başı ve arka kısmı bir horoz, gövdesi de bir kuş gövdesini andırıyordu.
Geminin altında dört ayaklı hayvanlar için barınak yapılmıştı. Onların üstünde insanlar için yer vardı. En üstünde de kuşlar yuva yapmıştı.
Geminin yapımı bitince Nûh, her an Hak Teâlâ’nın emrini beklemeye başladı. Bu dakikalar için Hak Teâlâ Kur’ân’da şöyle buyurmuştur:

«En sonra buyruğumuz geldi. Kazan (fırın) kaynadı. O zaman Nuh’a şöyle dedik: — “Hayvanların her cinsinden, erkek ve dişi olmak üzere ikişer tane (birer çift) al. Üstlerine boğulma işini alınyazısı yazdığımız kişiler müstesna, aile halkından iman edenleri gemiye yükle.” Ama yanındakilerden iman edenler az kişiydi.» (Hûd sûresi, âyet: 40)
Yüce Allah’tan bu buyruk gelince Nûh Allahü Teâlâ’nın binmesine izin verdiği kişiler için:
— Gemiye binin! Emrini verdi. Onlara:
— Bu geminin yürüyüp gitmesi ve durması Allah’ın izniyledir. Gerçekten benim Rabbim yarlıgayan ve esirgeyendir! dedi.
Nuh’un halkı, geminin karşısında toplanmış, alayla onlara bakıyordu. Aralarında Nuh’un oğlu itaatsiz Yâm da vardı. O da ötekiler gibi Allah’a iman etmeyenlerden, babası Nuh’a isyan edenlerdendi.
Nûh, onu gördü:
— Gemiye gel ey oğulcağızım! dedi. O ise:
— Ben kendimi sudan koruyacak bir dağa çıkarım. Oraya sığınırım. Dağın tepesi beni yağmurdan da, sulardan da korur!
Nûh, Yâm’a yeniden haykırmıştı:
— Bugün artık Allah’ın hükmünden, onun azabından kurtuluş yoktur. Allah’ın rahmetine kavuşanlar ancak kurtulabilecektir.
Etrafta fırtınalar başlamıştı. Gökler karardı. Yıldırımlar düşmeye, şimşekler çakmaya başladı. Bir boranın sesi bütün dünyayı inletiyordu.
Sular gittikçe kabarıyor, dağların tepelerine doğru yaklaşıyordu.
Nuh’un oğlu Yâm da hâlâ dağlara doğru koşmaktaydı.
Fakat azgın dalgalar çok korkunç bir ejderha halini almıştı. Koca gemi denizlerin ortasında bir saman çöpü gibi sallanmaktaydı. Artık hiç bir yer görünmüyordu. Nuh’un dağa çıkmakta olan oğlu Yâm’ı bir anda dalgalar, bütün insanları yuttuğu gibi yuttu. Artık ne insanlardan bir eser, ne topraktan bir iz kalmıştı. Her taraf, her yer su… su… baştan başa su idi.
Gemi içinde Nûh ve yakınları ile gemiye gelen birer çift hayvandan başka dünya yüzünde canlı bir şey kalmamıştı.
50 arşın eni, 300 arşın uzunluğu ve 30 arşın derinliği olan gemi dalgalar arasında kuzeye doğru gidiyordu.
Nûh, geminin yukarıdaki bir deliğinden etrafı süzüyordu.
Gemiyi yürüten Hak Teâlâ acaba onu ne zaman durduracak diye bekliyordu. Tufan tam kırk gün, kırk gece sürdü.
İşte bu zaman Yüce Allah:
— Ey Arz! diye buyurdu. Sularını yut!
Dünya, içine doğru suları yutmağa başladı.
Alemlerin Yaratıcısı Allah sonra:
— Ey gök kubbe! diye buyurdu. Sen de yağmurunu tut!
Gökten de yağmurlar yağmamaya başladı.
Sular kesildi.
Olacak olan oldu. İş bitti…
Nuh’un gemisi bir dağın üzerinde durdu. Burası Cûdi dağı idi.Suların çekilmesi tufan’m ancak 150 nci gününde sona erdi.
— Zulmeden kavim Allah’ın rahmetinden uzak olsun! diye Dudaklardan bir dua döküldü.
Nuh (A.S.) da ellerini açtı. Şöyle yalvardı:
«Ey Rabbim, dedi, oğlum benim ev halkımdandı. Şüphe yok ki senin (Alemi kurtaracağın hakkmdaki) vaadin haktır, gerçektir. Ve sen Hakimlerin Hakimisin.» (Hûd sûresi, âyet: 45)
Cenâb-ı Hak Hazretleri Nuh’a şöyle buyurdu:
«Yâ Nuh, dedi, o (oğul) senin ev halkından değildir. Çünkü o kötü, salih olmayan bir iş işlemiştir. O halde bilginin ermediği bir şeyi benden isteme.» (Hûd sûresi, âyet: 46)
O zaman Nuh, (A.S.) Allah’a şöyle yalvardı:
«Ey Rabbim, dedi, bilgim olmayan bir şeyi istemekten sana sığınırım. Sen beni, eğer bağışlamaz ve bana merhametini esirgersen ben, hüsrana uğrayanlardan olurum.» (Hûd sûresi, âyet: 47)
Onu dinsizlerin, imansızların elinden selâmete erdiren Yüce Allah onu şöyle teselli etti, yeni doğacak nesillere ilk selâmını yolladı.
«Yâ Nuh, denildi. Sana ve seninle (gemide) birlikte bulunanlara, bizden selâm (selâmet)lerle, bereketlerle in. Onların içinden öyle insanlar olacak ki onları dünyada bol rızıklarla yararlandıracağız. Sonra da onlara Ahiret’te bizden acıklı bir azap erişecektir.» (Hud sûresi, âyet: 48)
Hz. Nuh, geminin sularının ortasında artık çalkalanmadığını, bir yerde durduğunu anlayarak bir pencereyi açtı. Etrafa baktı. Birden güneşin ışığı geminin içine vurdu.
Oysa bugüne kadar gemi karanlıklar içinde kalmıştı. İçindekiler, tuınlerdenberi hiç bir şeyi göremez olmuşlardı. Güneş ışığını gören :nsan, hayvan bütün canlılar sevinçlerinden haykırmaya başladılar.
Kuşlar:
— Cik… CikL diye ötmeye başladı, cıvıldaştılar. Kediler:
‘1) Cûdi dağı Dicle ırmağı özerinde bulunan Cizre’nin 30 kilometre kuzey doğusunda Mardin ve Siirt hududundadır. Cûdî dağı 2000 metre kadar yüksekliktedir. Tevrat’a göre Nuh’un gemisi Ağrı (Ararat) dağının tepesinde durmuştur. Gemiyi ıraştıranlar Ağrı’ya çıkarlar.
— Miyav… Miyav! diye miyavladılar.
Köpekler, yırtıcı hayvanlar havlamaya koyuldular.
Bir çift horoz:
— Kukiriku… diye öttü… Sevincini belli etti. Kanat çırptı. Develer, öküzler, inekler böğürdüler. Bir çift eşek sevinçten anırdı.
İnsanlar:
— Bizi kurtaran Allah’ımıza hamdolsun! diye duada bulundular. Gökten gelen bir ses zalim olanlar ve boğulanlar için:
— Uzak olsunlar! diye yankılandı.
İnsanlar:
— Ey Nuh, kapıları aç, çıkalım. Dünya nuruna kavuşalım! diye bağırışıyorlardı.
Hz. Nuh onlara:
— Durun! Sabırlı olun! dedi. Yüce Allah’ın emrini bekliyelim.
Nuh, gemisinin karaya oturduğu kırkıncı gününde kuzgunu engine salıverdi. Kuzgun suların yerden bütün bütün çekilmesine kadar dolaştı durdu.
Nuh:
— Şimdi de yeryüzünden suların azalıp azalmadığını görsün diye güvercini salıvereyim! dedi.
Kuşcağız pır… diye kanat çırpıp uçtu. Fakat o da ayağını basacak bitkili bir toprak parçası bulamamıştı. Tekrar geminin yanma döndü. Yine yeryüzünün her tarafında sular vardı, henüz çekilmemişti. Nuh, pencereden elini uzattı:
— Güzel güvercin elime kon! dedi.
Güvercin, Nuh’un koluna kondu. Az sonra yine gemiye alınmıştı.
Yedi gün daha geçti.
Hz. Nuh, güvercini tekrar pencereden karaların üzerine saldı. Güvercin uçtu, uçtu, gözlerden kayboldu. Akşam oluyordu artık. Güneş son ışıklarını gönderiyordu. Gurub zamanında, güvercin kuşu, minik gagasında bir taze zeytin yaprağı ile geri döndü. Hz. Nuh, bunu görünce:
— Sular artık yeryüzünde bütün bütün azaldı! dedi.
Yedi gün sonra güvercini yeniden havalandırdı. Fakat güvercin artık geri dönmemiş, kendisine yuva yapacak bir ağaç dalı bulmuş demekti.
Gerçek şuydu ki artık sular tamamiyle çekilmişti.
Dünyada hayat başlamıştı demek.
Gerçekten, topraklar güneşin bol ışığı altında kurumuştu. Hayat dünyada yeniden sürüyordu.
O zaman Yüce Allah, Nuh’a söylediklerini hatırlatarak:
«İşte bunlar gaybla ilgili haberlerdir. Onları sana vahyediyoruz. Bunları önceden ne sen, ne de kavmin bilmezdi. Öyleyse sabret, hiç şüphe yok ki, âkıbet, takva sahiplerinindir.»( > (Hud sûresi, âyet: 49)
Hz. Nuh gemisinin kapılarını açtı. Yanındakiler, hayvanlar birer birer gemiden çıkmaya başladılar. Dünya yüzü yeniden insan şenliğine kavuştu. Nuh, oğulları, karısı ve oğullarının karılan şimdi karaya ayak basmışlardı. Hayvanların, böceklerin kuşların hepsi de, cinslerine göre, gemiden çifter çifter çıktılar.
Tufan zamanında Nuh 600 yaşında bulunuyordu. Yüce Allah, kendisini 480 yaşındayken insanlara peygamber olarak göndermişti. Tufan’a kadar tam 120 yıl halkını imana çağırıp durdu.
Hz. Nuh, gemiden çıktıktan sonra daha 350 yıl ömür sürdü. Bu suretle yaşadığı yıllar toplamı 950 yıl oldu…
Nuh gemisini yaptıktan sonra gemisine ilk önce hayvanlardan karıncayı almıştı. En sonra da aldığı hayvan eşekti. Eşek gemiye girerken başı göğsü gemiden içeri girdiği sırada arka ayakları birdenbire yere mıhlanmış gibi oldu. Hayvan, yerinden oynamıyor, içeriye adım atamıyordu. Rivayete göre İblis, onun kuyruğuna yapışmıştı.
Nuh:
— Yazıklar olsun sana ey eşek! dedi. Girsene gemiye! Neye direnip duruyorsun.
Eşek, göğsü ile ileri atılmak istedi. Fakat arka tarafını bir türlü aleri çekemedi.
Neden bu hayvan gemiye giremiyor, neden inatçılık yapıyordu. Çünkü kuyruğuna yapışan İblis de onu dışarı çekmekteydi.
Hz. Nuh, o zaman:
— Hayvanım! dedi. Şeytan yanında da olsa gemiye gir!
Nuh, bu sözü yanlışlıkla söylemişti. Bundan faydalanan şeytan eşeğin kuyruğunu çekmeyi bırakmadı. Şimdi eşekle birlikte şeytan da gemiye girmişti.
Nuh, az sonra şeytanın gemiye girdiğini görünce ona:
— Ey Allah düşmanı! diye bağırdı. Haydi gemiden dışarı çık! İblis de ona şu cevabı verdi:
— Ya Nuh! Sen eşeğine: «Şeytan yanında da olsa gemiye gir!» de-medin mi?
Hz. Nuh:
— Ey Allah’ın düşmanı! dedi. Gemiden dışarı çık diyorum sana! Şeytan yine cevap verdi:
— Beni gemine almaktan menedemezsin, beni mutlaka gemiye alacaksın!
Tufan bitip gemi karaya oturunca şeytan da bu suretle karaya ayak basmış oluyordu.
Yeniden insanların ve yanlarındaki hayvanların şenliğine kavuşan dünyada Nuh’un sülâlesi üremeğe başlamıştı.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
— «Nuh, bizi imdadına çağırdı. Biz de onun duasına yardımda bulunduk. Onu da arkadaşlarını da en büyük felâketten, kaygıdan kurtardık. Onun zürriyetini yeryüzünde kıyamete kadar baki bıraktık. Sonradan gelen kavimler arasında onun adını güzel bir ad olarak yaşattık. (Saffât sûresi, âyet: 75-78)
Yüce Allah’ın buyurduğu Nuh’un zürriyeti Hâm, Sâm, Yâsef evlâtlarıydı. .
Gerçekten gemiden çıkan Hz. Nuh, Cûdi dağının yanında hemen bir köy kurdu. Sonra yeryüzünü üçe böldü. Oğlu Sâm’a, yeryüzünün orta yerlerini ayırdı. Sâm’m ülkesinden Nil, Fırat, Dicle, Seyhun ve Ceyhun ırmakları akıyordu.
Nuh, sonra ikinci oğlu Hâm’a döndü:
— Ey oğlum Hâm! Sana da Nil ırmağının batı ülkelerini ve bu ülkelerin arka yönündeki yerleri veriyorum! dedi.
Buraları poyraz yellerinin estiği buruna kadar olan yerlerdir!
Nuh, sonra üçüncü oğlu Yâsef’e de:
Ey oğlum Yâfes! dedi. Sana da Feyşun ülkeleri ile onun doğusunun arka tarafındaki yerleri, tâ… lodos rüzgârlarının estiği burna kadar olan ülkeleri veriyorum.
Tufandan iki yıl sonra Sâm’ın bir oğlu dünyaya geldi. Nûr-u Muhammedi, Nuh’un alnından Sâm’a, Sâm’dan da onun oğluna geçmişti. Sâm’m oğlunun adı Erfahşad idi. Bu çocuk doğduğu zaman Adem’in dünyaya geldiği tarihten bu yana 2506 yıl geçmişti.
Hz. Nuh, bir çiftçi olmuştu. Ekip biçiyordu. Bir de asmalar dikerek kendisine bağ yaptı. Bir yaz günü asmalarda üzüm salkımları kehribar gibi sarkıyordu. Nuh, salkımları kopardı, suyunu sıktı. Bir maşrapaya koyarak kana kana içti. Çadırına çekildi. Uzandı, kaldı. Bu sırada elbiseleri sıyrılmış, çıplak kalmıştı. Hânı, tam bu sırada babasını aramak için çadırından içeri girmişti.
Ne o? Babası çadırın sedirinde baygın yatıyordu. Hem de çıplaktı. Hemen dışarı çıktı. Kardeşleri Yâfes’le Sâm’a koştu:
— Sâm, Yâfes! diye haykırdı. Koşunuz, koşunuz! Babam çadırında çıplak yatıyor.
Hâm:
— Babam çıplak mı yatıyor? diye sordu. Sâm, kardeşi Yâfes’e döndü:
— Yâfes! dedi. Hemen bir kat elbise bularak babamıza götürelim.
İki kardeş, bir esvap bulup iki omuzlarına aldılar. Babalarının
yattığı çadıra geldiler. Kapıya arkalarını vererek geri geri içeriye girdiler. Babalarının çıplaklığını bu esvabı bırakarak örttüler. Yüzleri kapıya doğru arkada olduğu için babalarının o çıplak halini görmediler.
Nuh, az sonra kendini kaybedişten ayıldı. Küçük oğlu Hâm’m kendisini çıplak gördüğünü anlayınca:
— Ey Hâm! dedi. Senin oğlun Kenan lânetli olsun! Hem de kardeşlerine köleler kölesi olsun. Sâm’ın Allah’ı Râb Mübarek olsun! Yüce Rabbim Yâfes’e de genişlik versin. Ve Sâm’ın çadırlarında otursun. Kenan da ona kul olsun!
Tufan’dan sonra 350 yıl daha yaşayan Hz. Nuh, bir gün gözlerini bu dünyaya kapadı. Üç oğlunun dölleri de bütün dünyayı sarmış. Nuh ölürken bütün peygamberleri gösteren sandığı da oğlu Sâm’a emanet etmişti.
Hz. Nuh, büyük oğlu Sâm’a:
— Ey oğul! dedi. Hayır dualarım senin üzerinde olsun… Yüce Allah’tan yollayacağı peygamberlerin senin neslinden göndermesini dilerim.
Sonra ikinci oğlu Yâfes’i çağırtarak:
— Ey Yafes, oğlum! Hayır dualarımdan bir kısmı da senin üzerinde olsun! Dünyada hüküm sürecek kralların senin neslinden gelmesini Yüce Rabbimden dilerim! dedi.
Sonra Hâm’ı, bu küçük oğlunu yanına çağırttı:
— Senin de neslin, önce dilediğim gibi, ağabeylerin Sâm ile Yâfes’in evlâdlarına köle olsun! diye bedduada bulundu.
Bu suretle Peygamberler Sâm’m oğullarından; Türk, Hazar ve başkaları ve Arap kavimlerinden yetişen hükümdarlar da Yâfes’in neslinden gelmişlerdi.
Hâm’ın Afrikalı kara halk evlâdları ise Afrikaya göçmüş ve yüzleri siyah olmuştu. Bu siyahlık Nuh’un bedduasının bir sonucu olmuştu.
Sâm’m oğlu Erfahşad erginlik çağına gelince Sâm onunla andlaştı.
— Ey oğul! dedi. Evleneceğin zaman temiz, arı kan soydan bir kız al kendine!
Nur-ı Muhammedi, Erfahşad’m alnında tam yüz otuz beş yıl parlayıp kaldı.
Sâm’m öteki oğulları da şunlardı:
Elâm, Asur, Lûd ve Aram.
Erfahşad da babası Sâm’m öğütlerine uyarak an soydan bir kızla evlendi. Bir oğlu dünyaya geldi. Adı Kaynandı. O da büyüdü, onun da bir oğlu dünyaya geldi. Adını Salih koydu.
Resul Nur-u, yâni Nur-ı Muhammedi şimdi Salih’in alnına geçmiş bulunuyordu. Salih yüz otuz yaşında evlendi. Babası ona güzel bir soydan, güzel bir kız almıştı. Kadının adı Mercane idi. Mercane Salih’den hâmile kaldı. Salih’in alnındaki nur bu sefer Mercane’nin alnında parladı. Demek ki, Allah’ın peygamberlerinden birisi daha Sâm’ın bu torunlarından dünyaya gelecekti. Dokuz ay on gün dolunca Mercane bir oğul dünyaya getirdi. Adım Aber veya Gaber koydular. Salih Aber doğduğu zaman otuz yaşındaydı. Bundan sonra da dörtyüz üç yıl yaşadı, oğullarla kızlar babası oldu.
İşte Hûd Peygamber bu Gaber’di.
Hz. Adem tarihinden beri geçen günler 2900 yıl olmuştu.