Hazret-i İbrahim’in Çocukluğu

By | 4 Mart 2015

hazret-i-ibrahimin-cocukluguHazret-i İbrahim nerede doğmuştu? Bu yolda bir çok söylentiler ve duyumlar vardır. Kimileri, onun Sevad toprağı olan Babilde, kimileri de yine burada Kûşa’da veya buraların daha başka illerinde doğduğunu söylerler.

Babası Târih onu, Kûşa’da bir yere götürdü ki, orada Nemrud adında bir hükümdar yaşıyordu.

Bazı kimseler de Hz. İbrahim’in Mardin ilinde Haran’da doğduğunu, babası Târih tarafından Babil’e götürüldüğünü bildirmişlerdir.
Ne olursa olsun Hz. İbrahim, bu meşhur hükümdar Nemrud zamanında doğmuştur. Bunların doğuları da batıları da Nemrud’un idaresi altındaydı.

Nemrud zamanında halk putlara tapmaktaydı. Hûd ve Salih peygamberlerin Hak dini unutulmuştu. Hz. İbrahim henüz bir çocukken, herkesin taştan yontulan putlara taptıklarını gördü. Fakat çocuk düşüncesiyle bu putlar için bir şey düşünemiyordu. Günler günleri kovaladı. Çocuk İbrahim büyüdü. Bir delikanlı oldu. Şimdi onu derin bir düşünce almıştı. İşte baki Mâbud diye bir taş parçasına tapmakta, ondan yardım ummaktaydı. Kendi kendisine:

— Halkın İlâh dediği şey aslında bir taştır. Hiç bu taştan yontulmuş heykellere Allah diye tapılır mı? İnsanları yaratan Rabdır, yoksa insanların kendi eliyle yaptığı bir taş parçası mı Rab? O halde bizi, insanları yaratan bu taş parçaları, bu putlar olamaz. Ya Allah nedir? Nerededir? Nasıldır? Şimdi ben O Allah’ımı arayıp bulmalıyım? Onu bulursam kendisine:

— Sana hamdlar, şükürler olsun Rabbim! diye dua edeceğim. Ben cansız, faydasız ve zararsız bu taşlara Allah diye tapamam! dedi
İbrahim o günden sonra Rabbini aramaya başladı. Babası Azeri de, milletini de dalalette, sapıklıkta görüyordu.
Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:

«Bir vakitler İBRAHİM, babası Âzer’e: — “Sen putları ilâh yerine mi koyuyorsun? Doğrusu ben seni de, kavmini de yanlış ve sapık yolda görüyorum!”» dedi. (En’am sûresi, âyet: 74)

«Biz İbrahim’e bu gerçekleri bildirmek ve kesin bilgiye sahip olması için göklerin ve yerin acaipliklerini de gösteriyorduk.» (En’am sûresi, âyet: 75)
Bir gece İbrahim çölün üstünü saran gök kubbe altında kırlarda yapayalnızdı. Güneş batıp gecenin bütün karanlığı bastığı bir sırada ellerinin içine başını almış, düşünüyordu.

— Allah kimdir? O nerededir?
Sonra yavaş yavaş gözlerini gök kubbeye doğru kaldırdı. Karşısında parlak bir yıldız gördü. Pırıl pırıl yanıyor ışıldıyordu. Bu yıldızı görünce sevinçle ayağa kalktı. Gözlerini bu parlak yıldıza dikti…

Kendi kendisine:
— Tanrım bu mu yoksa? diye sordu.
Henüz bilemediği Yüce Allah böylece kendisine göklerin ve yerlerin melekûtunu, onu görebilecek bir basiret sermişti. Sonra yine şöyle düşünmeye başladı:

— Benim Rabbim mutlaka bu göklerde parlayan yıldızlar. Rabbimi buldum işte. Halkın Rabbi diye ad verdiklerinden bambaşka işte bu… Ne kırılır, ne parçalanır. Her gece karanlıklar içinde ışık saçar, parıldar, durur!

Çöl geceleri gökte yıldızlar daima parlak görünürler. Genç İbrahim de bu parlak yıldıza baktı, ona ibadet etmeğe başladı. Fakat, belki Zühre, Çoban yıldızıydı bu. Az sonra da gözden kayboldu. Bu yıldızın görülüp kaybolması zaten böyle olurdu. Kimi vakit akşam güneş battıktan sonra, kimi vakit de sabahları güneş doğmadan görünürdü. Çok parlardı. İbrahim, şimdi onu güneş battıktan sonra görüyor ve kendi kendine:

— Aradığım Rab bu mu? diye soruyordu.
Fakat bu yıldıza Rab demesi ve ona ibadet duygusunun içinden fışkırması çok sürmeyecekti.
Az sonra bu parlak yıldız göze görünmez oldu. Yıldız ortadan kaybolmustu.

Nereye gitmişti İbrahim’in Allah sandığı bu yıldız? Kollarını gökyüzune açtı:

— Ey Rab! Ey Rab! Nereye gidiyorsun? Meydanda yoksun. Ya nerelere gittin? Beni yapayalnız mı bırakıyorsun? Seni arayıp durdum… Seni bulduğumu sanmıştım. İşte yoksun?

Çölde bu boş feryadlarla koşmaya başladı. Fakat akşam yıldızı gımiş, gökyüzünde bir daha görünmemişti.

Bu olay Allahü Teâlâ’nın kitabı Kuran-ı Kerimde şöyle buyurulur: İbrahim, üstünü gece bürüdüğünü ve karanlık bastığını ve bir yıldızın doğduğunu gördü: “Benim Rabbim bu mu?” deri: Fakat yıldız ufûl edip yok olunca: “Ben böyle ufûl edip baranları (Rabbim) diye) sevmem!”» (En’am sûresi, âyet: 76)

İbrahim az sonra ümitsizlik içinde kendisine geldi:
— Bu yıldız söndü, gitti. Ben batan şeyleri sevmem! dedi.

Gece karanlıktı. Ufak yıldızlar şavksız ışıklariyle göz kırpıyorlardı İbrahim:

— Allah’ımı yine arayacağım! dedi. Onu her yerde arayacağım.Gökte, yerde, dağda, derede, gönlümde her varlığın içinde arayacağım. Onu bulacağım! diyordu.

Yavaş yavaş gökte ay çıkmaya başlamıştı. Doğan ay birdenbire kara geceyi aydınlatmıştı. Bu yücelik onu şaşırttı.

— İşte benim Allah’ım! dedi. Rabbim bu mu yoksa? Çölün gökkubbesini saran karanlıklar, bir perdenin yırtılması gibi yırtılmış, her taraf nurlarla dolmuştu.

— Allah’ımı buldum! diye sevindi. Kollarını Ay’a doğru açtı. Ama, :z sevinci doya doya tatamadı. Çünkü, Ay da yavaş yavaş bulutlar arasına girmeye, batmaya, yok olmaya başlamıştı.

İbrahim’in bütün ümitleri birdenbire söndü. Ayın arkasından seslenerek:

— Rabbim! Nereye gidiyorsun? Niçin ortalıktan kayboluyorsun? Gökyüzünden ayrılma, kal! diye yalvarmaya başladı.

Fakat  ay, çoktan gökyüzünden silinmişti. Hani o nurları? Hani o parlaklığı? Hani o güzel doğuşu! Hiç biri yoktu artık.
Yüce Yaratan Hazret-i İbrahim’in bu hâlini şu âyet-i kerime ile bildirir:

«İbrahim Ay’ı doğarken gördü: “Benim Rabbim bu mu?” dedi. Fakat o da ufûl etti, battı. O da: “Eğer Rabbim bana hidâyet etmeseydi kesin doğru yoldan şaşırmışlardan olurdum!” dedi.» (En’am sûresi, âyet: 77)

İbrahim o yalvarmalarına, o inlemelerine karşı bir cevap alamayınca gerçeği yeniden anladı:

— O, benim aradığım Allah’ım değildir! dedi. Benim Rabbim bana yol göstermezse mutlaka yolunu sapıtmışlardan olacağım ben!
Karanlıklar içinde evine döndü:

— Rabbimi, Yüce Yaratanımı mutlaka bulmalıyım! diyerek derin bir üzüntü içinde yatağına uzanıp yattı.