Hadis-i Şeriflerde Günah Kavramı Var Mıdır ?

By | 4 Nisan 2015

Hadis-i Şeriflerde Günah Kavramı Var Mıdır ?Hadis-i Şeriflerde Günah Kavramı Var Mıdır ?

“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: ‘Utanmadıktan sonra dilediğini yap!

“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyeni yap! Doğruluk gönül rahatlığı, yalan ise kuşkudur.”, “İyilik, ahlâkın güzelliğidir. Günah ise, kalbinde rahatsızlık uyandıran ve başkalarının muttalî olma­sından hoşlanmadığın şeydir.”

“iyilik, ruhunun yatıştığı (mutmain olduğu) şey­dir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler de, içini tırmalayan ve göğsünde tereddüt duyduğun şeydir.”

Nevvâs bin Seman (r.a.) şöyle dedi: ‘Rasûlullah (s.a.s.)’a iyilik ve günahtan sordum da şöyle buyurdu­lar: İyilik (birr), ahlâkın güzel olmasıdır. Günah ise, kalbini tırmalayıp, insanların da muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir…”

Mü’min, günahlarını, sanki dibinde oturup da üzerine düşeceğini sandığı bir dağ gibi görür…”

Mümin, üzerindeki günahı, üstüne yıkılmasın­dan korktuğu bir dağ gibi görür. Münâfık ise, güna­hını, burnuna konup da oradan uçurduğu bir sinek gibi önemsiz görür.”

“Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke belirir. Eğer tevbe ederse ve ondan sıyrılırsa kalbi say­damlaşır, parlar. Yok (tevbe ve istiğfâr etmeyip) tek­rar günaha dönerse bu leke çoğalır. Öyle ki, kalbi (tü­müyle) kaplar; işte Allah Teâlâ’nın Kur’an’da zikrettiği ‘reyn’ budur. “Hayır, aksine, onların kazanmakta ol­dukları (günahlar) kalplerini paslandırmıştır “râne”.”

“Kimi, yaptığı günah rahatsız eder ve iyilik de se­vindirirse, o kimse mümindir!”

“Kişi, kötülük yapar da, bu ona rahatsızlık verirse, işte o mümindir!”

“Kul, mahzurlu olan şeye düşmekten çekinerek mahzurlu (sakıncalı) olmayan .şeyi bırakmadıkça takvâlı kişilerden olma derecesine ulaşamaz.”

“Allah, kâh günahları bağışlar, kâh sıkıntıları gi­derir, kâh bir kavmi yüceltir, kâh bir kavmi batırır.”

“Yedi helâk ediciden kaçının!” Sahâbîler: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?’ diye sordular. Hz. Peygam­ber: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, nâmuslu ve hiçbir şeyden haberi olma­yan kadınlara zinâ isnad etmektir.”

“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a şirk(ortak) koş­mak, ana babaya itaatsizlik etmek, haksız yere bir kim­seyi öldürmek ve yalan yere yemin etmek.”

“Zinâ eden kimse, mü’min olduğu halde zinâ yap­maz. içki içen kimse, mü’min olduğu halde içki iç­mez. Hırsızlık yapan kimse de mü’min olduğu halde çalmaz!

“Zinâ eden kimse, mü’min olduğu halde zinâ yap­maz. İçki içen kimse, mü’min olduğu halde içki iç­mez. Hırsızlık yapan kimse de mü’min olduğu halde çalmaz! İman ondan çıkar, gölge gibi başının üzerinde durur. O insan ne zaman ki bu işi bitirirse iman tek­rar geri gelir!”

“Ey Aişe! Göze önemsiz gibi görünen günahlardan sakın! Çünkü bu günahlar için, Allah tarafından gö­revlendirilmiş bir görevli vardır. Çünkü küçük günah­lar insanda bir araya gelince onu helâk eder. Tıpkı çöl bir arâzîde bulunup da, yanma kavmin işçileri gelen şu adamın hali gibi: O adam ve diğerleri odun taşı­yıp üst üste yığarlar ve bir yığın meydana getirirler. Derken odun yığınını ateşe verirler ve (küçük küçük olan, ama bir araya gelince kocaman bir yığın olan bu çalı çırpının ateşiyle) o çölde bulunan bütün can­lıları yok eder…”

Ubâde bin Sâmit ve Ebû Saîd el-Hudrî gibi sahâbîler şöyle derlerdi: “Siz, gözünüze önemsiz (edakk) görünen öyle işler yapıyorsunuz ki, biz onları Hz. Peygamber zamanında büyük günahlardan sayardık!” (Yani, kalplerindeki Allah korkusu sebebiyle, sahibenin kü­çük günahları bile büyük günah gibi değerlendirdi­ğini belirtmişlerdir.)

“Ey insanlar, sizden öncekilerin sapıtmasının ne­deni şu idi: İçlerinde üstün mevkiden biri hırsızlık yapınca, hadd (cezâ) uygulamadan onu serbest bıra­kıyorlar, ama güçsüz (arkası olmayan, fakir) birisi ça­lınca da hemen hadd tatbik ediyorlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, Muhammed, onun elini de keser.”

“Gerçekten siz, bana dâvâya (mahkemeleşmeye) geliyorsunuz. Ama ihtimal bazınız hüccetinizi/delili­nizi bazınızdan daha iyi anlatır da ben de ona kendi­sinden dinlediğime göre hüküm vermiş olurum. Her kime din kardeşinin hakkından bu sûretle bir şey ve­rirsem, onu hemen almasın! Zira bununla ona ancak ateşten bir parça vermiş olurum!”

“Kalpte iki his vardır: Birisi melekten olup, hayır ile vaadde bulunma, Hakkı tasdik etmedir. Kim bu duyguyu hissederse onun Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a da hamdetsin. İkincisi, düşmandan olup, şer vaadlerde bulunma, Hakkı yalanlama ve hayırdan nehyetmedir. Bu hissi de kim duyarsa şeytandan Allah’a sığınsın…

“Üzerinde Rabbinin de hakkı vardır, nefsinin de hakkı vardır, ailenin de… Buna göre sen her hak sa­hibine hakkını ver!”

“Herkese niyet ettiği vardır; unutanın ve hata ya­panınsa niyeti yoktur!”

“Muhakkak ki Allah ümmetimin hatasından, unut­masından ve yapmaya zorlandıkları günahlardan vaz­geçmiştir, bağışlamıştır.”

“Şüphesiz Allah, ümmetimden hatâ, unutma ve üzerine zorlandıkları şeyin hükmünü (günâhını) kaldırmıştır.”

“Beş vakit namaz ve cuma namazı diğer cuma na­mazına, bir Ramazan diğer Ramazana keffârettirler. Büyük günah (kebâir) işlenmedikçe aralarındaki (kü­çük) günahları affettirirler.”

“Günahkâr ve itaatkâr olan hiç kimse yoktur ki, ateşe girmeyecek olsun. Ancak ne var ki, ateş İbrâhim (a.s.)’e olduğu gibi mümine bir selâmet/genişlik ve se­rinlik olacaktır. Öyle ki ateş onların serinlemesinden dolayı bir ses çıkaracaktır. Sonra da Allah muttakîleri kurtaracaktır.”

“Her kim İslâm’da güzel bir sünnet/çığır açarsa, o çığırın ecri ile, kendisinden sonra o çığırla amel eden­lerin ecirlerinden hiçbir şey noksan edilmemek şartıyla sevapları kendine aittir. Ve her kim İslâm’da kötü bir sünnet/çığır açarsa, o çığırın vebali ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebâli, hiç noksanları ol­mamak üzere ona aittir.”

“Bir kimse dalâlete çağırır da ona uyulursa, bu kim­seye günahlarından hiçbir şey eksiltilmeksizin- ken­disini izleyenlerin günahı kadar günah yüklenir…”

“Haksız yere bir cana kıyıldığında, onun kanın­dan bir pay da, Adem (a.s.)’in ilk oğluna (Kabil’e) ay­rılır. Zira, cana kıymayı ilk defa icat eden odur.”

“Reddetmeye kadir oldukları halde içlerinde zu­hur eden kötülüğe sessiz kalmadıkları müddetçe, Al­lah Teâlâ halkın geneline, özel kişilerin (suçluların, günahkârların) yaptığı yüzünden azap etmez. İşte onlar böyle yaparlar (seslerini çıkarmazla)sa Allah da halkın genelini ve suçluları beraberce cezâlandırır.”

içlerinde sâlih kimseler olduğu halde helâk olup olmayacaklarını soran Zeyneb bint Cahş’a Rasûl-i Ekrem şöyle cevap vermiştir: “Evet, kötülük iyice çoğaldığında!”

insanlar zalimi görür de, ona engel olmazlarsa, Allah’ın, azâbı ile onları bürümesi yakındır.”

Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle değiştirsin, eğer gücü yetmezse diliyle değiş­tirsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (buğzetsin).”

“Şayet günahlar işleseniz, hatta semâyı dahi tutsa, sonra da pişmanlık duysanız Allah sizin tevbenizi ka­bul eder.”

“Kötülüklerin peşinden bir iyilik getir ki, onu mahvetsin/silsin.”

“Kıyâmet gününde mü’min, Rabbine yaklaşacak, o derecede ki, üzerine Allah affını indirecek ve ona günahlarını itiraf ettirecektir. Kendisine ‘(filan gü­nahını) biliyor musun?’ diye soracak. Mü’min: ‘Ey Rabbim! Biliyorum’ diyecek. Allah Teâlâ: ‘Onu Ben dünyada örtbas etmiştim, işte bugün de onu sana ba­ğışlıyorum’ diyecek. Bunun üzerine iyiliklerinin say­fası verilecektir. Kâfirlerle münâfıklara gelince, onlar için mahlûkat huzurunda; ‘İşte Allah adına yalan söyleyenler bunlardır’ diye nidâ edilecektir!

“Büyük günah işleyenler için benim şefaatim haktır.”

“Günahından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”

“Kimin yanında, kardeşinin (maldan, candan veya namustan yana) yenmiş bir hakkı varsa, ondan, kendi iyiliklerinden alınıp kardeşine verileceği gün gelme­den önce, daha şimdiden helâllik alsın!”

“Yanında din kardeşinin ırzı, malı ve makamı ba­kımından bir hakkı bulunup da, bu hak kendisinden alınmadan ondan helâllik isteyen kimseye Allah mer­hamet etsin! Çünkü âhirette ne bir dinar, ne bir dir­hem vardır. Eğer o kimsenin iyilikleri varsa, karde­şinin hakkı onun iyiliklerinden alınır. Eğer iyilikleri yoksa, o zaman da üzerinde hakkı olan kardeşinin günahlarının bir kısmı ona yüklenir.”

“Kimin (din) kardeşine bir mal veya ahlâkî borcu varsa, dinar ve dirhemin olmayacağı ve ancak sevapla­rın ve günahların geçerli olacağı gün gelmeden önce, ondan hemen bugün kurtulsun.”

“Âdemoğlunun hepsi hata edici, günah işleyicidir. Ancak, günahkârların en hayırlısı, tevbe edip Allah’tan affını dileyendir.”

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlememiş olsanız, Allah sizi giderir, yok eder de, günah işleyip tevbe eden bir kavim getirir/ yaratır. Onlar Allah’a istiğffâr ederler, Allah’tan af di­lerler. O da kendilerini afederdi.“

“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘Ey kullarım, Benim âfiyet verdiklerim müstesnâ, hepiniz günahkârsınız (müznibûn); öyleyse Benden mağfiret talep edin de, sizi bağışlayayım… Ve yine Benim hidâyete ilettiklerim hâriç, hepiniz dalâlettesiniz; öyleyse Benden hidâyet dileyin de sizi hidâyete ulaştırayım..,“