Hacca giden Müslüman, çok büyük manevî tasfiye, tezkiye ve yüksek tecelliye mazhar olmaktadır.
O mübarek mekanlara, Allah’ın evine; Beytüllah’a, Kâbe’ye, Arafat’a İlahî tecellilerin zuhur ettiği, Allah’ın kelamının (Kur’an’ın) nazil olduğu, yüce Peygamberimiz’in yaşadığı, mübarek ayaklarının bastığı namaz kıldığı, dua ettiği mukaddes yerleri ziyaret ettiğini, vücudunun her zerresinde hisseden Müslüman, bambaşka duygulara, heyecanlara erişir. Basit duygu ve düşünceleri bırakıp yüce duygu ve düşüncelere yükselir.
Hele Allah’ın övdüğü mübarek topraklara ayak basınca ulvî duygu ve düşünce zirveye ulaşır. Allah’ın evini (Beytullah) gördüğü zaman vücudunun bütün zerrelerinin büyük ferahlık duyduğunu hisseder, kuş gibi hafifler, kelimelerle tam ifade edemeyeceği büyük haz, zevk alır.
Yüce Peygamberimizin şehri olan Medineyi minarelerini, peygamberimizin istirahat ettiği yeşil kubbeyi gördügü zaman vücudunun bütün hücreleri titrer, sevgi ve aşktan gözyaşlarını tutamaz, ağlar da ağlar… Sel gibi akan gözyaşlarıyla beraber Allah sevgilisine selam ve salata başlar. Salat ve selam sana ey Allah’ın Rasulü! Salat ve selam sana! Yüzlerce, binlerce, milyonlarca salat ve selam sana ey Allah sevgilisi!
Her salat ve selamda bambaşka duygu, bambaşka heyecan.
Mekke’de, Medine’de kaldığı müddetçe Allah Rasulü (sav) ve mübarek arkadaşları, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (ra) ve diğer ashab (ra) ile beraber yaşar. Onların Allah’a yalvarışlarını, dualarını, acılarını ızdıraplarını, Allah yolunda çektiklerini çilelerini ruhunda hisseder. Sanki onların arasında dolaşan bir mü’min gibi ruhunu heyecan kaplar.