Doğruluk/Sıdk Nedir?

By | 18 Mayıs 2015

Sdogruluksidk-nedirıdk, Doğru düşünce, doğru söz, doğru davranış manâlarını ihtiva eder. İnançlı kimsenin, söz ve davranışlarında, şahsî ve insanlarla olan münasebetlerinde, sadakatin emin bir temsilcisi olması istenir. Arkadaş, dost ve yakın çevresini bu tür insanlardan seçmesi talep edilir. Nitekim Yüce Kur’ân’da; “Her zaman doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 9/119) buyrulmaktadır. Demek ki sıdk ve sadakat, doğruluk ve dürüstlük insanın tüm davranışlarına sirayet etmesi gereken bir hususiyettir. Bir anlamda sıdk/doğruluk, insan davranışlarının ruhunu ve özünü oluşturmaktadır. O, aynı zamanda peygamberlik sıfatlarından birisidir.

Sıdk, insandaki düşünce, amel ve davranış birliğini de ifade eder, ya da etmelidir. Sürekli iyinin, güzelin, doğruluğun temsilcisi olduğunu ifade ve iddia edip de davranışlarıyla bunu tekzib edenin, manevî ve ruhî bütünlüğü parçalanmıştır. Kamil mü’min daima düşünce ve davranış bütünlüğü içindedir. Kişi inanç ve düşüncelerine aykırı kalmaya ve davranmaya devam ettikçe onun güzel ahlâka ve dolayısıyla kâmil insan olmaya ulaşması mümkün değildir. Hatta daha ileri ve düzeyli derecelerde inançlı insandan; gizli iç hallerinde, düşünce, tasavvur ve niyetlerinde, tasavvufî anlamıyla derunî melekelerinde dahi tutarlı, sadık/doğru ve dürüst olması beklenir ve tavsiye edilir.

Sözde, davranışta, azimde, ahde vefada, amelde ve muamelede bütün meleke ve kabiliyetlerini doğruluğa yönlendirme, kâmil bir sadâkat ve aynı zamanda bir peygamberlik vasfıdır ki, Kur’ân-ı Kerim: “O yüce kitapta olanlar arasında İbrahim’i hatırla ki, O sıddîk bir Nebi idi.” (Meryem, 19/41) diyerek, mutlak zikrin masruf olduğu işte bu zirveyi ihtar etmiştir. Sıdk, Enbiyâ-i İzâmın en önde gelen vasfı, her devirde îmâna ve Kur’ân’a hizmet mesleğinin en güçlü dinamiği olduğu gibi, öteki âlem itibarıyla de her mümin için en sağlam bir kredi kartı ve en geçerli bir itibar senedidir. Allah: “Doğru olanlara doğruluklarının fayda verdiği gün bugündür.” (Maide, 5/119) buyurarak bu önemli hakikate dikkatlerimizi çeker.

Enbiyâ, asfiyâ ve mukarrabîni zirveler zirvesine ulaştıran ve onlara mânevî terakkilerinde berk ve burak olan sıdk; şeytan ve avenesini aşağıların aşağısına sürükleyen de yalandır. Düşünceler ancak sıdkın kanatlarıyla pervaz eder ve değerler ufkuna ulaşabilir., davranışlar ancak sadâkat zemininde neşv ü nemâ bulur.. yalvarış ve yakarışlar ancak sıdkla edâ edildiği ölçüde “İsm-i Azam” (kendisi ile dua edildiğinde icabet olunan Allah’ın ismi veya isimleri) iktiran etmiş gibi, rahmet arşına ulaşır ve hüsn-ü kabûl görür; sıdk, âdetâ İsm-i Azam iksiri gibi tesir eder.
Hz. Adem’in alnında tevbe nûrunu parlatan sıdktır.. dünyanın tûfana gömüldüğü bir dönemde, tufan peygamberine sefîne-i necât olan sıdktır. Alev alev ateşler içinde Hz. Halil’i berd u selâma ulaştıran da yine sıdktır..

Kur’ân, değişik âyetleriyle, gerçek mümin olmayı, insanın söz ve davranışlarından iç âlemine kadar her hal ve tavrını sıdka göre dizayn etmesine ve sadâkat etrafında örgülemesine bağlamıştır. Ayrıca böyle bir tanzim ve düzenlemeyi de dünyevî mutluluk ve uhrevî saadetin esası saymıştır. İşte Beyân-ı Sıdk’tan birkaç pırlanta:

“De ki: Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmeye, çıkacağım yerden doğrulukla çıkmaya beni muvaffak eyle!..” (İsra, 17/80) “Bana sonrakiler içinde bir lisân-ı sıdk (ve bir yâd-ı cemil) lûtfeyle!” (Şuara, 26/84) “İman edenleri Rableri nezdinde kadem-i sıdk (ve hüsnü istikbâl)le müjdele!” (Yunus, 10//2) “Şüphesiz müttakîler, cennet bahçelerinde ve ırmaklar başında, O gücü her şeye yeten Sultanlar Sultanı’nın nezdinde sıdk oturağı (ve otağında) dırlar..” (Kamer, 54/54-55)

Evet, müdhal-i sıdk, muhrac-i sıdk, lisân-ı sıdk, kadem-i sıdk, mak’ad-ı sıdk unvanıyla dünyadan ta ukbâya uzanan bir çizgide, hem uzun bir yola, hem yol azığına hem de neticeye işaret buyrulmuştur.

Niyet ve kasıtta sâdık olmak başta gelir. Evet, doğru düşünce, doğru karar ve doğru davranışa niyet, sıdkın ilk basamağıdır. Ayrıca sıdka azme-den insanın, karar ve niyetinden dönmemesi, düşünce ve azmini sarsacak ortam ve sâiklerden de uzak kalması şarttır.
İkinci basamak; dünyada kalmayı ve yaşamayı, sırf hakkı tutup kaldırmak ve Allah’ın rızasına mazhar olmak için arzu etmektir ki; bunun da bir kısım emareleri vardır: Her zaman nefsinin eksik ve kusurlarını görmek, dünyanın cazibedâr güzellikleri karşısında “pes” etmemek, dünyevî endişelerle yol ve yön değiştirmemek bunlardan sadece birkaçıdır.

Üçüncü basamak; sıdkın tamamen bir vicdan marifeti haline getirilmesi ve insan tabiatının her hal ve her tavrında sadakate düğümlenmesidir. En büyük sadakat, Rabbin rubûbiyyetine rızâda, İslâm’ın İlâhî sistem olarak kabullenilmesinde ve Rûh-u Seyyidü’l-Enâm’ın rehberliğine teslimiyettedir.

İnsana sadakat yaraşır görse de ikrâh;
Yardımcısıdır doğruların Hz. Allah!

İstikamet de sıdk ile ilgilidir. Doğruluk demek olan istikâmet; ehl-i hakikatçe, itikatta, amelde, yemede, içmede, hâlde, sözde ve bütün davranışlarda ifrat ve tefritten sakınma şeklinde yorumlanmıştır. “Rabb’imiz Allah’tır” deyip, sonra doğru olanların üzerine melekler iner: “Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin” derler.” (Fussîlet, 41/30) âyeti de, işte bu, Allah’ın rubûbiyetini itiraf ve birliğini tasdik edip, iman, amel ve muâmelelerinde peygamberlerin yürüdüğü yolda yürüyenleri, ötelerde saf saf meleklerin karşılayıp, korku ve tasanın kol gezdiği o ürpertici vasatta onları müjdelerle coşturacaklarını haber veriyor.
İstikâmete hakkıyla uymanın ne kadar güç olduğunu anlatması bakımından, en büyük ruh ve manâ insanının: “Hûd suresi ve benzerleri iflahımı kesip beni yaşlandırdı.” sözü -ki “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd, 11/112) âyetine işâret buyuruyorlardı- ne mânidardır!
Yine Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselâm) bir sahabîye: “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol” diyerek, iki cümlelik “cevâmiu’l- kelim” ile, bütün itikâdî ve amelî esasları ihtiva eden istikâmeti özetlemişti. Şu müthiş ifadeler de yine O’na aittir: “Kulun kalbi müstakim olmadıkça îmânı müstakim olamaz, lisânı dosdoğru olmayınca da kalbi müstakim olamaz.” “Her sabah insanoğlunun uzuvları lisâna karşı: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork; zîra sen müstakim olursan biz de müstakim oluruz; sen eğri-büğrü olursan biz de eğriliriz.’ derler”