Dinimizde İlimin Yeri

By | 20 Mayıs 2015

dinimizde-ilimin-yeri    El-Hamd-ü lillahi Rabbil-âlemiyn. Ves-salâtü ves-selâmü alâ Resûlinâ ve Resûlüs-sakaleyni Muhammedi’n ve âlihi ve evlâdihi ve ezvacihi ve eshabihi ve ensarihi ve muhibbihi ecma’ın.

Ey aslını öğrenmek isteyen! Hakikatte sultan olup, bu âleme üryan gelen ve bu âlemden üryan giden! Bu gidişinde, o üryan haliyle ya ebedî âleme sultan olacak veya ebediyyen üryan kalacak olan insanoğlu!
Bu âlemde, ilk ve en önemli vazifen; nereden geldiğini, niçin geldiğini ve nereye gideceğini aramak ve öğrenmektir.
Geldiğin yer haktır. Vazifen ise, seni bu âleme insan olarak getiren ve kudsî ve muazzam varlığa, inanıp iyman getirmek ve ondan razı olmaktır. Her işinde, O’nun rizasını aramaktır. Teslim-i külli ile O’na teslim olmaktır. O’nun arzu ettiği şekilde yaşamaktır. O’nun arzu ettiği şekilde yaşamak için de, sana peygamberleri vasıtasıyle gönderdiği kitaba uymaktır. Bu kitabı anlamak ve bütün bu saydıklarımızı öğrenmek için de, ilim tahsili farzdır. Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz.

Utlûb-ül-üme ve lev kâne bissıyn-i farizatün alâ külli müslimin ve müslimetin.

(İlim, Çin gibi uzak bir diyarda dahi olsa, erkek veya kadın her müslümana ilim tahsili farzdır.) buyurmuşlardır.
Bir diğer Hadis-i şerifte de: (HAYATTA, EN HAKİKİ YİÜRŞİI) İLİMDİR.) buyunılmuştur.
Semavî kitapların, en yücesi ve sonuncusu olan, Hakkın kelâmı, ahkâmı hiç bir zaman eskimeyecek, daima genç ve dinç kalacak olan ve on dört asırdanberi bütün hasımlarmı mağlûp edegelmiş olduğu gibi, kıyamete kadar da hasımlarını münhezim edecek olan Kur’an-ı azim-ül-bürhanm birinci âyeti:

İkrâ’.

(Oku!)
değil midir?
îlim ve âlimler hakkında, nice âyat-ı beyyinat ve nice ehadis-i şerife mevcuttur ve bu âyet-i celilelerle Hadis-i şeriflerden alınan feyz-i berekât ile söylenmiş vecizeler ve kütüphaneler dolusu eserler vardır.
Demek oluyor ki, insanoğlunun birinci vazifesi okumaktır. Zira, bilenlerle bilmeyenler müsavi değillerdir. Allah celle, Kur’an-ı kerimde:

Hel yestevilleziyne yâ’lemune velleziyne Tâ yâ’lemun…
Ez-Zümer sûresi: 9 (Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?) buyurmuştur.

Ne var ki, iş yalnız okumakla da bitmez. Tefekkür etmek, düşünmek, okuduğunu anlamak ve anladığını hazmetmek gerekir. Tefekkürsüz, mücerret okumakla iktifa edenler, okuduklarım düşünmekten mahrum olanlar, okuduklarını hazmetmeyenler ve okudukları ile âmil olmayanlar hakkında da aşağıdaki âyeti-kerime nâzil olmuştur. Öyle kimseler vardır ki, çok okurlar amma okuduklarını anlayamaz ve anladıklarını hazmedemezler. Allahu sübhanehu ve tealâ, bu gibiler için de:

Mesel-ülleziyne hummil-üt-tevrâte sümme İcm yahmilüha kemesel-il-hımâri yahmilü esfârâ.
El-Cum’a sûresi: 5

(Kendilerine Tevrat yükletilip, öğretilerek hükümleri ile amel etmeleri teklif olunanlar, sonra onu taşımayanlar, hükümleri ile âmil olmayanlar, ondan faydalanamayanlar, büyük büyük kitaplar taşıyan merkeplere benzerler.)
buyurmuştur.
Evet, merkep o kitapları yüklenmekle yorgunluk ve meşakkat çeker amma, kendisine hiç bir faydası olmaz. Şu halde, okuduğunu anlamayanlarla, anladıkları ile âmil olmayanlar da, kitap taşıyan merkepten farksızdırlar.
Bu hükme varınca, ortaya kendiliğinden bir hakikat çıkıyor:
İnsanoğlunun birinci vazifesi okumak ise, ikinci vazifesi de tefekkür etmek yani düşünmektir. Demek ki, okumakla iş bitmiyor, okuduğunu düşünmek ve onunla âmil olmak da gerekiyor. Hiç şüphesiz, bu kolay bir iş değildir. Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, bir Hadisi şeriflerinde:
Bir saat tefekkür etmenin, altmış yıl nafile ibadet etmekten, Allahu Teâlâya daha sevgili olduğunu… beyan buyurmuşlardır. Buna binaen, Hazreti Yunus (Kuddise sırruh):
îlim, ilim bilmektir;
İlim, kendin bilmektir;
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?
buyurmuştur.
Tefekkürsüz ilim, hazımsız gıdaya benzer. Yediğimizi hazmedemediğimiz takdirde, nasıl rahatsız oluyor ve o gıdadan faydalanamıyorsak; tefekkürsüz ilimden de insan aynı şekilde rahatsız olur ve yararlanamaz.
Okumak; okuyan kişinin, okuduğunu gördüğü kadardır.
Tefekkür ise; ona verilen anlama kudreti nisbetinde olur ki, bu bakımdan anlama, okumanın fevkindedir. Mücerret okumak, harflerin bir araya gelerek bir şeye rümuz olduğunu bilmek, mücerret o rümuzu görmek demektir. Anlamak ise, o rümuzun anlatmak istediğini anlayabilmektir.
Meselâ, İNSAN kelimesini yazdığımız zaman, İNSAN harfleri mi insandır, yoksa bu harflerin delâlet ettiği mâna mı insandır?
Mücerret okuyan, İNSAN kelimesine insan diyen kimsedir. Tefekkür eden ve anlayan ise, bu kelimenin delâlet ettiği mânayı anlayabilendir.
Nübüvvetlerini henüz ilân etmekle emrolunmadıkları devrede, Resûl-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimize, Hira dağında tefekkür irade buyurulduğunu ve yalnızlığın kendilerine sevdirildiğini Buhar-i-şerif beyan etmektedir. Bu uzun tefekkür devresinden sonra, kendilerine Cebrail aleyhisselâmm vahiy getirdiğinde, bütün İslâm kaynakları ittifak etmektedirler.
Zira, kâ’inatta insandan yüce bir mahlûk halk olunmamıştır. Kâ’inatta görülen her şey, insan için halk buyurulmuştur. Buna biaen, Hadisi kudside Allah celle:
Ey insan! Her şeyi senin için yarattım. Seni de, zât-ı ülûhiyyetim için halk ettim, buyurmuştur.
insan HALİFE’TULLAHtır.
Ve iz kale rabbüke lilmelâ’iketi inni câilün filardi halife…
El-Bakara sûresi: 30
(Hani, Rabbin meleklere Ben, muhakkak yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti.)
Bundan da anlaşılıyor ki, TASAVVUF insana kendi kıymetini öğreten bir ilimdir. (Kendini bilen, rabbini bilir.) Hadis-i şerifi de, insan kendi aczini ve fâniliğini bilirse, Rabbinin kudret ve kuvvetini, azamet ve celâlini anlar ve o yüce varlığa, o kudret ve kuvvete, o celâl ve azamete karşı muhabbetin ve korkunun ne idüğünü idrak eder gerçeğini belirtmektedir. insan, muhabbetle yaratıldığını ve hikmetin başı Hak korkusu olduğunu sezdiği gün gerçek insan olur.