Çocuk Yetiştirmek Sadece Resmi Bir Sorumluluk Değil Manevi Bir Sorumluluktur

By | 18 Nisan 2015

Çocuk Yetiştirmek Sadece Resmi Bir Sorumluluk Değil Manevi Bir SorumlulukturÇocuk Yetiştirmek Sadece Resmi Bir Sorumluluk Değil Manevi Bir Sorumluluktur

Çocuk yetiştirmek bir sanat olduğu gibi, bir sorumluktur da. Bu sorumluluğu sadece resmi bir sorumluluk olarak değil manevi bir sorumluluk olarak da düşünmeliyiz. Çünkü yanlış yetiştirmemiz sonucu çocuklarımızın ileriki hayatında sorunlar yaşanacaktır. Aynca, Allah katında bu konuda hesaba çekile­ceğimizi de tekrar tekrar unutmamalıyız. Çünkü onlar bize verilmiş bir emanettir.

Çocuk konuşmaya başlamadan önce hal ve hareketlerin, duygu ve hislerin ağırlıklı olduğu bir eğitim dönemi söz konu­sudur. Konuşmaya başladıktan sonra ise çok yönlü bir eğitim süreci içine girilmektedir.

Eğitim faaliyetleri, çocuğun gelişim basamakları dikkate alı­narak, her yaşın özelliğine göre şekillendirilmelidir. Çocuk zi­hin, duygu ve fizik gelişimi açısından nasıl bir özellik taşıyor­sa bu doğrultuda eğitimin muhteva ve yöntemi belirlenmelidir.

Din eğitimi açısından da durum farklı değildir. Çocuğun do­ğumuyla beraber din eğitimi süreci başlamış olmaktadır. Fakat bu eğitim, elbette kelimeler, kavramlar ve ifadeler vasıtasıyla ya­pılan sözlü bir eğitim değildir. Çocukların doğumdan itibaren etrafıyla ilgili olduğu ve birçok olayı hissettiği, bulunduğu ortamın şartlarından etkilendiği bilinmektedir. Bu dönem eğitim açısın­dan göz ardı edilmemelidir. Konuşmaya başlamasıyla da çocuğun din eğitiminde çok yönlü aktif bir dönem başlamış olmaktadır.

Dinimiz açısından da fiili ve sistemli terbiye mümkün mer­tebe erken başlatılmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Küçüklük­te öğrenilen taş üzerine kazıdır, büyüklükte öğrenilen buz üzerine yazıdır” buyurmuş ve fakat yaşla ilgili rakam vermemiştir. Hatta Kur’an-ı Kerim’de küçük yaşta hikmet verilen Hz. Yahya ve beşikte konuşan Hz. İsa’dan4 bahsedilmiş olması bi­le terbiyede erken yaşın önemine İlâhi bir uyan kabul edilebilir.

İnsan ruh ve beden olarak üzere iki ayn unsurdan müteşek­kildir. Bedenin maddi ihtiyaçları olduğu gibi ruhun da manevi ihtiyaçları vardır. Ruhun bu önemli ihtiyacını en güzel din kar­şılar. Din duygusu ve inanma ihtiyacı fıtri bir temayüldür. İnsan yaratılışı gereği bir şeylere inanma ve sığınma ihtiyacı du­yar. Her insan bu ihtiyacını dine inanarak ve yaşayarak karşılamaz. Ama bütün insanların bir şeylere inanma, ruhunu tat­min etme yolunda çok şeyler yaptığı vakidir. Bu ihtiyacını gi­deremeyen insan ruhunu aç bırakmış olur. Bu da, insanın pek çok ruhi sıkıntı yaşamasına sebep olur.

Hazret-i Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde, “Her doğan ço­cuk İslam fıtratı üzere doğar. Daha sonra ana-babası onu Ya­hudi, Hıristiyan veya Mecusi yaparlar.” buyurmuştur. Bu ha­disten çıkarılan iki sonuç vardır:

–           Her insan iyiye, doğruya, güzele yani, İslam’a meyilli olarak yaratılmıştır.

–           Kişinin hayattaki yolunu çizmede en önemli müessir an­ne-babasıdır.

Şüphesiz ailenin din eğitimindeki yeri tartışılmaz. Din eği­timinin en etkili olduğu dönem ise henüz çocuğun dışarıya açılmadığı okul öncesi dönemdir. Aynca 0-6 yaş dönemi çocuğun zihninin boş olduğu, gördüğü her şeyi kaydettiği, zeka oluşu­munun %50’sinin tamamlandığı dönemdir. Müslüman her ai­lenin bu dönemi elinden geldiğince en iyi şekilde değerlendirmesi gerekir.