Canlılar Arasında Verilecek Hüküm

By | 23 Temmuz 2014

kuran

 

tövbeEbu Hureyre (r.a.) dedi ki; Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—                Müflis kimdir biliyor musunuz?

Biz dedik ki:

—                Ey Allah’ın Rasûlü parası pulu ve dünyada bir şeyi olmayandır.

Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

—                Ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet günü, kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekât ile gelir. Ancak, sövdüğü kişilere, hakkını ye­diklerine veya döktüğü kanlara karşılık sevapları tek tek dağıtılır. Şâyet yap­tığı haksızlıklar veya çirkin şeyler sevapları bitirdikten sonra fazla gelirse, haksızlık yaptıklarının günahları, onun sırtına yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.

Kıyâmet gününde başına gelecek musibeti iyi düşün! Zirâ hemen he­men hiçbir ibâdetin gösteriş afetinden ve şeytanın karıştırdığı hilelerden arınmış değildir. Olaki, bir kısım ibâdetine riyâ bulaşmamış olsun ve ihlâslı yaptığın halde onlara da, kıyamet günü hasımların göz dikecek ve elinden a- lacaklar. Gündüzlerini oruçla, gecelerini de namazla geçirsen bile, kendini hesaba çektiğinde, bütün sevaplarını götürebilecek bir gıybet yaptığını göre­bilirsin. Müslüman kardeşin hakkında yaptığın gıybet bütün sevâplarım gö­türürse, y|i yaptığın diğer haram ve kötü şeylere karşı ne yapacaksın? Kıyâmet günü yaptığın haksızlıklardan nasıl kurtulmayı ümit ediyorsun?

—                Ebu Zer (r.a.) anlatıyor:

—                Allah’ın Rasûlü iki keçinin boynuzlaştığını görünce, “ey Ebu Zer

 

bunlar neden boynuzlaşıyorlar biliyor musun” dedi:

Ben de: “Hayır!” dedim.

Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

—               Allah biliyor ve kıyamet günü aralarında hüküm verecektir!

“Yeryüzünde uçan ve kımıldayan bütün canlılar sizin gibi birer

ümmettir.” (En’am sûresi/38)

Ebu Hüreyre (r.a.) yukarıdaki âyetin tefsiri için şöyle dedi:

—               Kıyamet günü bütün canlılar, sürüngenler, uçan ve diğer bütün hay­vanlar, mahşer yerine toplatılır. Boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hakkı alınır. Allah’ın âdaleti gerçekleştirilir. Sonra bütün hayvanlara toprak olması emredilir. Kâfirler de: “Keşke ben de toprak alsaydım” derler.

—               Ey dünyâya dalmış, âhireti unutmuş zavallı, kıyâmet günü âmel defterini sevapsız olarak bomboş bulduğun zaman, halin ne olacaktır? Hal­buki uzun zorluklara katlanarak sevâba vesile olacak âmeller yapmıştın. Defterini bomboş görünce diyeceksin ki: “Yaptığım iyi âmellerim nerede­dir?” Sana şöyle cevap verilecek: “Sende hakkı olanların amel defterlerine geçirildi!”

Sonra, amel defterini, sabredip yapmadığın kötü şeylerin -haramların ve haksızlıkların- doldurduğunu görünce, şöyle diyeceksin:

—               Ey Allah’ım. Ben bu günâhlara asla yaklaşmadım!..

O sırada sana şöyle cevap verilecek:

—               Bu günâhlar, gıybet ettiğin, sövdüğün, kötülük yaptığın, haksızlık ettiğin ve herhangi bir sebepten dolayı zûlmettiğin kişilerin günahlarıdır!

İbni Mes’ud’dan (r.a.) rivayetle Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

—               Şeytan müslümanların putlara tapmasından ümidini kesmiştir. Fa­kat sizi aşağılayan basit görülen günahlar yapmanıza razı olur. O günâhlar çeşit çeşit haksızlık ve zulümdür. Elinizden geldiği kadar haksızlık yapmak­tan kaçınınız. Zira insanoğlu kıyâmet günü dağlar kadar sevapla gelir ve on­ların sayesinde kurtulacağını sanır. Fazla geçmeden biri gelir:

—               Ya Rabbi falan kulun bana haksızlık etti! der ve sevaplarının bir kısmını götürür. Bu tür gelenlerin ardı arkası kesilmez. Öyle bir an gelir ki, kişinin hiçbir sevâbı kalmaz. Böyle kişilerin durumu, çölde yolculuk yapan­ların haline benzer. Bir yerde dinlenirler, yakacak bir şey yoktur. Kafiledeki- ler, dörtbir yana yayılarak yakacak toplarlar. Sonra ateş yakarak ısınırlar. Bir müddet sonra toplanan yakacaktan sâdece işe yaramayan kül kalır. İşte günâhlar da böyle sevapları yakar bitirir.

Allah-u Teâlâ mahşerdeki hüküm verilişini şöyle anlatıyor:

“Şüphesiz sen de ve onlar da hepiniz ölecektir. Sonra bütün ölüler, Allah’ın huzuruna mahkemeye çıkartılacaktır.” (Zümer/30-31)

Ayeti indiği zaman Zübeyr (r.a.) dedi ki:

—               “Ey Allah’ın Rasûlü, dünyada birbirimiz arasında olup, kendimize ait günahlar tekrar dava konusu olacak mı?”

Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki:

—               “Evet herkese kendi hakkı verilinceye kadar mahkeme devam ede­cektir.”

Zübeyr sonra şöyle dedi:

—               “Allah’a yemin olsun ki, durum çok zor. Bir anlık hataya müsamaha edilmediği, bir tokatın, bir kötü sözün hakkından vazgeçilmediği, zalimden mazlumun hakkının alındığı öyle bir günün sıkıntısı elbette ki çok büyüktür. İşte bu günden sakınmak lâzımdır.

Hz. Enes (r.a.) rivâyetiyle Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

—               “Allah-u Teâlâ kullarını çıplak ve yüzleri tozlanmış olarak mahşere toplar. Sonra Allah, onların hepsinin işiteceği şekilde şöyle seslenir:

—               “Ben herşeyin Malikiyim, cennetlik bir kişinin üzerinde cehennem­lik bir kişinin hakkı olursa, ondan o hakkı alıp ona vermeden cennete sok­mam. Cehennemlik birinde cennetlik birinin hakkı varsa, onu ondan alma­dan onu cehenneme sokmam!”

Tek bir tokatın bile hakkı alınacaktır.

Biz dedik ki:

—               “Çıplak toz-toprak içinde olduğumuz halde nasıl hak alınacak?”

Rasûlüllah buyurdu ki:

—               “Sevaplar ve günâhlarla haklar birinden alınıp diğerine verilecek­tir.”

—               “Allah’tan korkunuz! Mallarını alarak, ırz, namus ve şereflere teca­vüz ederek, gönülleri kötülüğe meylettirerek, insanlara kötü davranmak su­retiyle zulm etmeyin. Allah ile kul arasında affın gerçekleşmesi mümkün ve çabuktur. Ancak kul ile diğer bir kul arasındaki haklarda bu böyle olmaz. Şâyet bir kişi, başkasına haksızlık etse, ondan tevbe ettiği halde onunla he- lallaşması zorlaştığı zaman bol bol sevap işlesin, Allah ile kendi arasında kalmak şartıyla birçok ihlâslı amelde bulunsun. Ta kı sevapları Allah’tan başka kimse bilmesin. Umulur ki bu sevaplar Allah’a yaklaştırır ve haksızlık ettiği kişilerin hakkını ödemede Allah’ın yardımıyla kolaylaşır.

Nitekim Enes İbn-i Malik Rasûlüllah (s.a.v.)’tan şöyle rivayet etmekte­dir:

—                      Birgün Rasûlüllah (s.a.v.) huzurunda oturuyorduk. Rasûlüllah (s.a.v.) iki ön dişi görünürcesine tebessüm etti.

Hz. Ömer (r.a.):

—                      “Niye gülüyorsun ey Allah’ın Rasûlü” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) bu­yurdu ki:

—                      “Ümmetimden iki kişi Allah’ın huzurunda mahkeme edildi. Birisi, “Ey Rabbim, kardeşimden hakkımı al” dedi. Allah-u Teâlâ diğerine “karde­şinin hakkını ver!” dedi. O dedi ki: “Ey Allah’ım sevaplarımdan hiçbir şey kalmadı.” Bu sefer Allah hak isteyene: “Sevaplarından birşey kalmamış ne yapacaksın?” dedi. O dedi ki: “Ey Allah’ım günahlarımı yüklensin!” (bu es­nada Rasûlüllah (s.a.v.) gözleri yaşla doldu. Sonra devam etti:) Bu hadise büyük bir günde meydana gelen bir hadisedir. Öyle bir gün ki, insanlar ken­di günahlarını başkalarına yükletmeye muhtaç kalırlar. (Rasûlüllah olayı an­latmaya devam etti.) Allah hak isteyene:

“— Başını kaldır ve cennet bahçelerine bak” dedi.

O da başnı kaldırdı ve dedi ki:

“— Ey Allah’ım gümüşten saraylar, inci ve altınla parlatılmış köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber hangi sıddık veyahut hangi şehide ait­tir?”

Allah buyurdu ki:

“— Bedelini ödiyenindir!”

O da dedi ki:

“— Yarabbi, onların bedelini sama kim ödeyebilir?”

 

Allah buyurdu ki:

“— Sen ödeyebilirsin.

“— Yarabbi nasıl ödeyebilirim?” dedi.

Allah: Arkadaşının üzerindeki hakkından vazgeçerek.

Ve hak sahibi:

“— Ey Rabbim onu bağışladım!”

Allah buyurdu ki:

“— Kardeşinin elinden tut onu cennete götür!

Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurdu:

“— Allah’tan korkun, birbiriniz arasındaki kırgınlık ve dargınlıkları düzeltiniz. Allah mü’minlerin arasını düzeltendir!”

Bu hadis bize, Allah’ın lutfuna ancak O’nun ahlâkıyla ahlâk-lanmak su­retiyle nail olabileceğimizi hatırlatıyor. Allah’ın ahlâk, ile ahlâklanmak iki mü’nıin arasındaki dargınlığı gidermekle elde edilir. Şimdi düşün, şayet amel defterine, başkalarına haksızlık yapmadığın yazıldı veya, yukarıda an­latıldığı gibi Allah’ın lutfuna mazhar olarak affa uğradın. Böyle ebedî mutlu­luğu kazanacaksın ve böylece sevincin sonsuz olacaktır. Öyle bir mutluluğa ereceksin ki, artık ondan sonra, hiçbir meşakkat görmeyeceksin. Öyle bir ni­mete erişeceksin ki, hiçbir zaftıah yokluk görmeyecek nimetsizlik tehlikesini hiçbir zaman yaşamayacaksın. İşte böyle bir zamanda gönlün sevinç ve mut­luluktan adeta yerinden fırlayacak, rengin açılacak yüzün nurlanacak, tıpkı ayın ondördü gibi parlıyacaktır. O zaman canlılar arasında, başın dik, günah­sız, güzel duygularla sallana sahana yürüyüşünü bir düşün! Mutluluğun işa­reti onlarda belirir. Bütün canlılar sana ve haline bakarak iyi ahlâkın ve du­rumundan dolayı gıbta ederler… Önünde, yanında, arkanda melekler yürür, tanıklar huzurunda “Bu filanoğlu filandır. Allah ondan hoşnuttur ve o da Al­lah’ı razı etmiştir! Öyle bir mutluluğa kavuşmuştur ki, artık bundan sonra meşakkat çekmez.” derler…

Bu ödüller, dünyada riyakârlık, dalkavukluk ve yapmacık davranışlar­la, (kısa bir müddet için) insanların gönlünde kazandığı sevgiden daha bü­yük değil mi?.. Şayet gerçekten, yukarıda anlatılan rütbe ve mutluluğun, bu dünyadaki mutluluk ve rütbelerden, daha hayırlı olduğunu anlayabildiysen, samimi olmak, amellerini sırf Allah için yapmak suretiyle o mutluluk ve rüt­beleri kazanmaya yönel!.. Hiçbir zaman unutma ki, bu mutluluk ve rütbeleri elde etmek, ancak samimi ihlasla sırf Allah için kulluk yapmakla mümkün­dür.

Şayet yukarıda anlatılan mutluluk ve rütbeleri bir kenara ittiysen, yani amel defterin senin ehemmiyet vermediğin fakat Allah’ın katında günah sa­yılan amellerle dolmuşsa işte o zaman kendi durumunu düşün! Allah öyle kullarına şöyle hitap eder:

“Ey kötü kulum, lânetim üzerine olsun, ibadetlerini kabul etmiyorum!”

Bu sesi işittiğin zaman yüzün kararır. Allah sana öfkeli olduğundan melekler de öfkeli olarak şöyle seslenirler:

“— Bizim ve bütün canlıların lâneti üzerine olsun!” Bu esnada zebani­ler. haşinleşir öfke dolarlar. Zirâ Allah öfkelenmiştir. Zebâniler şiddetli ve çirkin görünümlü olarak, ona yaklaşır ve onun alnından yakalıyarak, canlıla­rın gözü önünde çekerler.

Oda:

“— Nerede ölüm!” diye feryâd eder.

Zebâniler der ki:

Bugün tek bir kez ölmeyi değil, defalarca ölmeyi iste!” Bu esnada melekler şöyle seslenirler:

“— Bu filanoğlu filandır. Allah çirkinliklerini, kötülüklerini ortaya döktü. Kötü amellerinden dolayı ona lânet etti. Öyle bir kötü duruma düştü ki, artık bundan sonra mutluluğun yüzünü göremez!..”

Belki bütün bunlar, çok kere insanların sevgisini kazanmak, veya onla­rın yanında rezil olma korkusuyla işlediği bir günah sebebiyledir.

Belki de o amelleri yaparken insanlar da görmemiştir. Ama senin ga­yen insanların gönüllerini kazanmak ve onların yanında değer kazanmak ol­duğu için, bu amelin büyük günâha çevrilmiştir. Ne kadar bilgisiz ve düşün­cesizsin ki, bu dünyada bir kaç kişinin yanında rezil olmaktan çekiniyor ve korkuyorsun da, kıyamet günü rezil olmaktan korkmuyorsun. Allah’ın öfke­lerini üzerine çekmekten, korkunç azabdan, zebanilerin cehenneme atmaları ve orada azap etmelerinden kaçınmıyorsun. İşte bunlar senin durumundur. Ancak bu korkunç tehlikenin farkında bile değilsin!