Birbirine Ziyarete Giden Dostların Yemek Yeme Edebleri

By | 31 Temmuz 2014

namaz-kildiran-seccade

 Birbirine Ziyarete Giden Dostların Yemek Yeme EdebleriBirbirine Ziyarete Giden Dostların Yemek Yeme Edebleri

Bunda dört edeb vardır:

BİRİNCİ EDEB: Yemek vaktinde kimseye gitmemelidir. Hadisi‘ şerifte buyurulmuştur: «Çağrılmadan bir kimseye yemeğe giden, gitmekle günah işler, yemekte ise haram yemiş olur». Ama tesadüfen dilerse, izinsiz yememelidir. Buyurun, yiyin denirse, kalbden söylenmediğini bilirse, yine yememelidir. İyi değildir. Fakat bir sebep söyleyip, güzellikle el çekmelidir. Güvendiği bir dostunun evine giderse, kalbinden geçeni bilirse câizdir. Hattâ dostlar arasında bu sünnettir. Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir ve Ömer (radıyallahü anhümâ) acıktıkları zaman, Ebû Eyyûbe’lEnsârî ve Ebü’lHeysemi Tehyân’ın evlerine giderek, yemek isterlerdi. Ev sahibinin böyle bir şeyi çok sevdiği bilinince, ona iyilik yapmakta yardım edilmiş olur.

Büyüklerden birinin üçyüz altmış arkadaşı vardı. Her gece birisinin evine giderdi. Birinin de otuz arkadaşı vardı. Ayda bir gün birine giderdi. Birisinin de yedi arkadaşı vardı. Haftada bir gün birine giderdi. Bu dostlar, onların kâr ve zararları yerine bilinirdi.

Onlar ise, kârlarına sebep, böyle insanlara rahat ibadet ettirmeyi bilirlerdi. Hattâ böyle bir din kardeşinin evine gitse, evde olmasa da, onun yemeğini yemesi câizdir. Peygamber Efendimiz (sallâlla hü aleyhi ve sellem) Berire’nin (radıyallahü anh) evine gider, olmasa da yemeğinden yerdi. Birbirine Ziyarete Giden Dostların Yemek Yeme Edebleri Çünkü buna sevineceğini bilirdi. Mu hammed ibn Vâsi’ (rahmetullahi aleyh) verâ sahiplerinin büyük lerindendi. Talebesi ile Hasanı Basri’nin (rahmetullahi aleyh) evine gider ve bulduklarını yerlerdi. Hasanı Basri eve gelince, buna sevinirdi. Bir grup insanlar Süfyânı Sevri’nin evinde böyle yaptılar. Buyurdu ki: «Bizden öncekilerin âdetini bana hatırlattınız, çünkü onlar böyle yaparlardı».

İKİNCİ EDEB: Arkadaş misafirliğe gelince hazırda olanı getirmeli, tekellüf ve zahmet etmemelidir. Bir şeyi yoksa borç almamalıdır. Çoluk çocuğuna yetecek kadardan fazla bir şeyi yoksa, onlara vermemelidir, yâni çoluk çocuğuna vermelidir. Hazreti Ali’yi (ra dıyallahü anh) bir kimse yemeğe davet etti. Buyurdu ki: «Üç şartla gelirim: Pazardan bir şey getirmeyeceksin, evinde olandan başka bir şey almayacaksın, çoluk çocuğunun nasibini kısmadan vereceksin». Fudaylı lyad der ki: «Birbirinden kesilen insanlar, tekellüf sebebiyle kesilmişlerdir. Tekellüf (zahmeti aradan kalkarsa, çekinmeden birbirlerini görebilirler». Büyüklerden birine, bir dostu te kellüfte bulundu. Buyurdu: «Yalnız yesen böyle yemezsin, ben de yalnız olsam böyle yemem. Bir araya gelince, niçin bu tekellüfe lüzum görülüyor. Ya tekellüfü aradan kaldır, yahut bundan sonra bir daha gelmem». Selmânı Fârisî (radıyallahü anh) der ki: «Bize Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) tekellüf etmememizi ve hazır olanı misafire ikramdan kaçınmamamızı söylerdi». Ashâbı kirâm (rıdvânullahi aleyhim) birbirlerinin önüne ekmek ve kuru ‘hurma getirirler ve derlerdi ki:          «Hazır olanı aşağı görüp misafirin önüne koymamak mı, yoksa önüne geleni beğenmeyip, aşağı görüp yememek mi, daha çok günahtır? Bilmiyoruz». Peygamber (aleyhisselâm), misafirlerin önüne ekmek ve kendi ektiği tereotundan getirir ve, «Allahü Teâlâ tekellüf edenlere (yâni misafire hazır olandan çok şey ikram edenlere) lânet etmeseydi, tekellüf eder, size çok şey ikram ederdim», buyururdu. Bir grup kimseler birbirlerine darıldılar. Zekeriyyâ aleyhisselâmı aralarını bulmak için çağırdılar. Evine gittiler. Onu göremediler. Güzel bir kadınla karşılaştılar. Peygamber olduğuna ve böyle güzel bir hanımı bulunduğuna hayret ettiler. Aradıkları zaman, işçilerin olduğu yerde yemek yerken buldular. Onlar konuştular, o ise buyurun, benimle yemek yeyin, demedi. Kalkınca yalınayak dışarı çıktı. Bu üç işine şaştılar. Sebebini sordular. Buyurdu: «O güzel hanımı, dinimi korumak için saklıyorum. Gözüm ve kalbim dışarda olmuyor. Size, buyurun, yemek yeyin demedim. Çünkü, yediğim aldığım ücret olup, onunla kuvvetlenmem ve çalışmam lâzım idi. Daha az yeseydim, çalışmamda eksiklik olurdu. Halbuki üzerime farz idi. Yâni o ücret mukabili aldığım işi yapmamış olurdum. Yalınayak şunun için gittim ki, toprak sahipleri arasında düşmanlık olur; ayakkabıma bir toprağın girip, o toprağı başka yere götürmeyi istemedim». Buradan, işlerde tekellüf etmektense, doğruluk üzere ve olduğu gibi görünmenin daha iyi olduğu anlaşıldı.

ÜÇÜNCÜ EDEB: Misafir, ev sahibinden temini zor bir şey iste memelidir. İki şey arasında onu serbest bırakırsa, kolayını seçmelidir. Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) bütün işlerde böyle yapardı. Selmânı Farisi’nin (radıyallahü anh) yanma birisi geldi. Önüne bir parça arpa ekmeği ve tuz getirdi. O kimse, «Eğer kekik olsaydı, bu tuzla iyi giderdi» dedi. Selmân’ın (radıyalla hü anh) bir şeyi yoktu. Matrasını rehim verip kekik aldı. Ekmeği yiyen, «Allahü Teâlâ’ya hamd olsun ki, verdiği rızka bizi kanaat edici eyledi», dedi. Birbirine Ziyarete Giden Dostların Yemek Yeme Edebleri Selmân (radıyallahü anh) buyurdu: «Sende kanaat olsa, matra rehinde olmazdı». Zor olmadığını, hattâ ev sahibinin memnun olacağını bildiği yerde, ev sahibinden istemesi câizdir. İmam Şâfii (rahmetullahi aleyh) Bağdad’da Za’ferâni’nin evinde idi. Za’ferâni her gün, çeşit çeşit yemekler pişirirdi. Bir gün Şâfii kendi yazısıyla bir kâğıda istediği yemeği yazdı. Za’ferâni cariye nin elinde bu yazıyı görünce sevindi ve bu nimete şükür olarak ca riyeyi azad eyledi.

DÖRDÜNCÜ EDEB: Ev sahibi gelenlere, «Canınız ne ister, ne seversiniz?» demelidir. Onların istediklerine kalbden razı olursa, bunun sevabı daha çok olur. Peygamber Efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyuruyor: «Bir Müslüman kardeşinin arzusunu yerine getirene, milyon sevab yazılır ve milyon günahı silinir, milyon derece kazanır, Firdevs, Adn ve Huld cennetlerinden nasib alır». «Bir şey getireyim mi, getirmeyeyim mi?» diye sormak, mekrûh ve çirkindir. Hazırda ne varsa getirir, yemezse geri götürür.