Avdan Dönen İs

By | 4 Mart 2015

Bu sırada İs de avdan dönüyordu. Yakub’un, babasının çadırından çıktığı sırada İs eve girmişti.

İs de hemen mutfağa koştu. Vurduğu avın etinden güzel güzel kızarttı. Güzel bir sunu hazırladı. Onu bir siniye koydu. Babası İshak’ın çadırına daldı.

— Baba! Baba! dedi. Yattığın yataktan kalk! İşte sana dilediğin av etinden yemek yapıp getirdim. Oğlunun avından ye ki taze can bulasın. Duan bana uğur getirsin, sen de beni mübarek kılasın!

İshak (A.S.) da ona:

— Ya sen kimsin? Hangi oğlumsun? diye sordu. İs de:
— Ben büyük oğlun İs’im! diye cevap verdi.
O vakit İshak görmeyen gözleriyle çevresine bakındı. Haykırır gibi bir sesle:
— Eyvah! dedi. O, av avlayıp bana getiren kimdi ki sen gelmezden önce bana kızarmış av etinden yedirmişti. Ben ona bereket dilemiş, onu kutlamıştım.

Sonra durdu. Şu kesin kararım bildirdi:

— Artık iş, işten geçti. O kişi mübarek olacaktır.
İshak (A.S.) bu sözü ıstırap içinde söylüyordu. Fakat duasını çoktan etmiş, evet, iş işten geçmişti.
Şimdi hiddetten bir titreme içindeydi. Büyük oğlu İs, babasının bu sözlerini işitince acı bir haykırış ortalığı çınlattı. İshak da:
— Oğlum İs! dedi. Az önce kardeşin Yakub geldi. Bir düzen kurdu. Benim kutsal dualarımı hemen kendi için aldı. Ben, ona bereket, mübareklik diledim.

İs de:

— Baba! O, düzen yapabilir! dedi. Çünkü Yakub demek, zaten “topuk tutan” demektir.
İs, doğru söylüyordu. Yakub adı, hem de: “Aldatan, düzen kuran, hile eden” anlamına geliyordu. İs:
— Acaba bundan ötürü müdür ki beni ikinci kez aldattı! Benden ince “ilk oğulluk” hakkımı benden aldı. Şimdi de bu senin mübarek kılman duasını gasp etti.

İs sonra babasına sordu:

— Ya sen bana geride bir bereket duası bırakmadın mı? İshak, o zaman büyük oğlu İs’e:
— İşte ben Yakub’u sana efendin yaptım. Bütün kardeşlerini de ona kul ettim. Onu buğday ve taze şarapla kutlandırdım. Artık sana bir şey kalmadı. Söyle bana, sana ne yapayım? diye sordu. İs de o zaman babasına:
— Ey baba! dedi. Senin bereketin bir tek midir? Beni de mübarek kıl!
ishak (A.S.) da ona şu duada bulundu:
— Oğlum İs! Senin meskenin toprağın feyzinden ve gökyüzünün rahmetinden nasip alsın!

Sonra da şu öğüdü verdi:

— Fakat başıboş, kendi özgürlüğünde gezdiğin zaman da onun boyunduruğundan boynunu kurtar! dedi.
İs, bu duadan sonra babasının yanından ayrıldı. Fakat kardeşi Yakub’a karşı yüreğinde derin bir kin belirmişti. Çadırına doğru ilerledi. Uzak bir çadıra doğru yumruklarını sıktı.
— Babamın yaşayacağı günler artık sayılıdır! dedi. Ona yas tutacağımız günler yakındır. O vakit kardeşim Yakub’u öldürürüm?
Ne o?..
Hâbil ve Kabil davası yeniden mi doğuyordu burada? Yoldan geçen bazı kimseler onun bu söylenmesini duymuşlardı. Hemen Rebeka’ya koşarak:
— Anamız Rebeka! dediler. Oğlun İs, zamanı gelince küçük oğlun Yakub’u öldürecek, onu gözet. Dikkatli ol! dediler.
Rebeka, endişelendi. Oğlu Yakub’u çağırttı:
— Yakub, oğlum! dedi. Kardeşin İs, seni öldürmek sevdasındaymış, kendisini bu suretle teselli ediyormuş!..
Yakup:
— Neler söylüyorsun anne? diye haykırdı.
Annesi:
— Evet, doğru söylüyorum. Şimdi sözümü iyi dinle! Buradan kalk. Haran’a, benim erkek kardeşim Lâban’m yanına git… O senin aynı zamanda daymdır. Buralardan kaç. Kardeşin İs’in kızması geçinceye kadar orada kal. Sonra ben seni oradan getirtirim. Niçin bir günde ikinizin eksikliği ile karşılaşayım, sizden mahrum kalayım ben? dedi.
Yakup onun emrine uyarak:
— Peki anneciğim! dedi. Nasıl istersen onu yaparım! Rebeka sonra kocası İshak’ın çadırına gitti:
— Ya İshak! dedi. Ben buradaki Het kızlarının derdinden bıktım usandım. Eğer oğlum Yakub bu Het kızlarından kendisine eş alırsa ömrümün bana ne faydası var? Bizim neslimiz, yabancılardan mı üreyecek? Kendi kanımızdan olan karı, kocadan üremiyecek mi?
İshak:
— Doğru söylüyorsun Rebeka! dedi. Yakub’u çağırayım da onunla konuşayım!..
avdan-donen-is    İshâk, Yakub’u çağırttı. Ona hayır duada bulundu. Sonra:
— Oğlum, dedi. Bu yerli Kenan kızlarından eş alma kendine! Kalk Deddam Aram yani annesinin babası Batvil’in diyarına git…
Onun evini bul. Orada dayının, annenin erkek kardeşinin kızlarından birisini kendine karı olarak al. Kadir Allah, seni mübarek kılsın. Seni döllü etsin, semereli etsin, seni çoğaltsın. Senden de çok kavimler üresin, türesin. Yüce Rabbin babam İbrahim’e verdiğini sana da versin! Gurbet diyarı olan o yerleri miras alasın sen! Oraları senin eline geçsin. Yakup:
— Peki babacığım. Hemen yola çıkacak, o baba ve ana diyarına gideceğim! dedi.
Bir sabah doğuya giden bir kervanla yola çıktı. İhtiyar babacığına sarıldı, onu öptü. Görmeyen gözleri ile İshak da ona selâmet diledi.
Sonra annesi Rebeka’nm elini öptü. Sarıldı… Anaoğul birbirlerini kucakladılar. Kervan hareket etti. Yakup Kenan ilinden ayrıldı. Ana diyarına doğru yol almaya başladı

Yakup, Harran’da Batvil’in oğlu, anasının kardeşi, kendisinin dayısı Lâban’ın yanma varacak, annesinin dileği üzerine onun kızlarından, kendi soyundan bir kızla evlenecekti.

Yakub’un ağabeysi İs, babalarının küçük kardeşine dua ettiğini, onu Harran’a ve oradan kendisine kendi kanlarını taşıyan bir aileden kız almak üzere gönderdiğini duyunca kanı beynine sıçradı. Demek ki, babası buranın, Kenan ili kızlarından Yakub’a kız almak istemiyordu.
Oda:
— Demek ki, babam Kenânlı kızlara kötü nazarlarla bakıyor! O halde ben de kalkar, amcam İsmail’in kızlarından kız alırım kendime! dedi.
Kalktı. Hz. İsmail oğullarının yaşadığı Mekke’ye gitti.
— Amcam İsmail’in çoluk çocuğunu görmek istiyorum, dedi. Kendisini tanıttı. Orada Hazret-i İsmail’in kızı Nebayot, kendisini konukladı. Ve onun kız kardeşi Mehalât’la evlendi. Eski karılarının yanına bir de amca kızını kattı.
Bu sırada Yakub Bi’r-i Şebe şehrinden ayrılmış, Harran kervanivle doğuya doğru yol alıyordu. Lûz adında bir yere gelince kervan durdu. Burada geceleyeceklerdi. Develerden inildi. Henüz Filistin ülkesinde idiler. Şehir uzaktaydı.

Akşam olmuş, güneş kızıl bir tepsi gibi çölün batısında son ışıklarım göndererek batmıştı.

Yakup:
— Yoruldum! Uykum da geldi. Şurada taşlardan birini alayım, basıma yastık yapayım! Gökyüzüne dala dala uyuyayım! dedi. Bir taş ouldu. Başının altına koydu. Yıldızlar, çölün gök kubbesini doldurmuşlar. Birer gümüş çivi gibi boşluğa kakılıp parıldamağa başlamışlardı. Az sonra da ay doğdu. Çöl baştan başa nur kesildi. Dedesi, İbrahim Peygamber gibi o da yıldızlara, aya baktı ve onları yaratan Allah’ın yüceliğini düşündü. Sonra yavaş yavaş gözleri kapandı. Derin bir uykuya daldı.