Allah Rızası İçin Olan Amelleri Bilmek

By | 23 Mart 2015

allah-rizasi-icin-olan-amelleri-bilmek    Allâh nzası için olan amelleri tanımak şöyle olur: Kul bilir ki Allâh kendisine birtakım şeyleri emretmiş, birtakım şeyleri ise yasaklamıştır. Emrettiği şeyler taat ve ibadettir; yasakladıklan ise günahtır. Aynca Allâh, ona amellerinde samimi olmayı ve Kitap ve sünnet üzere hidâyet yolunu amaçlamayı emretmiştir. İşte bütün bu şeyleri yaparken kalbinde Allâh’tan başka hiçbir şeyin düşüncesi olmaz. Kul, görünür günahları terk ederken bütün günahların aslı ve esası olan kalbı günahları terk etmekten yüz çevirmemelidir. Çünkü Allâh böyle yapan kişiye onu bağışlayacağını ve âhirette sevap vereceğini vaad etmiş değildir. Bundan dolayı kul, niyeti ve iradesi sakat iken zahirî ibadetler için gayret etmemelidir. Çünkü bu durumda ibadetlerinin her biri birer günaha döner ve dünyada ve âhirette cezalandınlır. Nefesini boş yere tüketir, irade ettiği şeyi elde edemez ve şehevî arzulannı ve hazlarını terk etmiş olur; böylece hem dünyada, hem de âhirette ziyan eder. Aksine o, ibadetlerini samimiyet, takvâ ve sıdk-ı niyetle bezemeli ve iradesini nefsini hesaba çekmek süreriyle korumalıdır. Sadık niyeti talep etme kaygısı taşımalı; bütün söz, fiil ve hallerinde tevhîd ve ihlâsı talep etme azminde olmalıdır; ayrıca bütün günahlardan uzak durmalıdır. Böylece amel hakkında bilgi sahibi olduğu gibi; kalbinden geçen düşüncesini de bilmesi mümkün olur.

Lânetli şeytanın, hileleriyle onu aldatıp tuzağa düşürmesine karşı dikkatli olmalıdır. Çünkü onun kalpleri yoldan çıkarmak için çok iyi tuzakları, nefse haz veren nice hileleri vardır. Bu hileler esasında birer şek ve karanlık iken bilmeyen kişi onları nur ve yakîn sanır. Şeytan, kula ibadetten tam yüz kapı açar; ama amelini yerle bir edeceği en aşağı makama düşürmeyi kasteder. Bu yüzden şeytana karşı her daim tetikte olmalıdır. Kişi, şeytanın tuzaklannı Kur’ân öğrenir gibi öğrenebilme imkânına sahipse bunu yapmalıdır. Allâh, insanlara bunu emretmiştir. Kul, günahlar konusunda şeytana karşı dikkatli olduğu gibi, ibadetler konusunda da dikkatli olmalıdır. Aklına bir şey gelirse veya nefsi onu bir şey yapmaya yönlendirirse ya da bir hareket edecek olursa o şey hakkında bilgi sahibi olmadan yapmakta acele etmemeli ve âlimler gibi bu konularda işi ağırdan almalıdır. Allâh’ı, emir ve yasaklarını tanıyan ârif kullarla hemhâl olmalıdır ki onlar, ona Allâh Tn yolunu gösterip tanıtsınlar ve bu yolun hastalıklan ve şifası hakkında onu bilgilendirsinler. Nitekim tövbe konusunda bu hususu izah etmiştik.

Kul, yaptığı amelleri hakkıyla bilmeden, uzun uzun namaz kılarak, sık sık oruç tutarak ve nâfıle ibadetler yaparak kendini yormamalıdır. Nefsini, Rabbini, düşmanım ve yaptığı ameli hakkıyla tanımak sûretiyle bir amel yapıyorsa o zaman ibadeti geçerli olur. Ameller konusunda bilgi sahibi olup onları tartacak bir kavrayış kazandığında bakar: Zâhir veya bâtın bir ameli sırf Allâh nzası için yapmışsa Allâh onu kabul edecek ve ona karşılık kuluna sevap verecektir: Başkasının rızasını gözeterek yaptığında ise Allâh onu geri çevirecek ve yapmakla yükümlü olduğu iş onun uhdesinden düşmeyecektir. İşte kul, bu değerlendirmeyi yapabilecek bir bilgiye sahip olmuşsa ona her türlü güzel ahlâk verilir, akl-ı selim sahibi olur, ameli sabit olur ve hilmi artar; neticede Allâh’la bakan, Allâh’la konuşan, Allâh’la alıp veren velî kullar arasına katılır. Ancak bu noktaya gelse bile nefsine, hevâ hevesine ve İblis’e güvenmez. Nefsini tanıyor olmasına rağmen onu tanıdığından da emin olamaz.

Mücâhede ve muhâsebe ehli olanlann, kendilerini sınadıkları on haslet vardır. Bu hasletleri sağlam bir şekilde yaptıklarında Allâh’ın izniyle yüce makamlara nail olurlar:

1. Gerek doğru, gerek yalan; gerek kasten, gerek yanlışlıkla Allâh adına yemin etmemelidir. Çünkü dilini yemin etmemeye alıştınnca kasten veya sehven yemin etmeyi tamamen bırakır. Bunu alışkanlık haline getirince ise Allâh ona nurlanndan bir kapı açar ve o, kalbinde ve bedeninde bunun yarannı görür, derecesi yükselir, kararlılığı ve basireti güçlenir. Arkadaşları tarafından övülür, komşulan ona saygı ve hürmet eder, tanıdıklan onun sözünü tutarlar ve görenler ona karşı çekinceli olur.

2. Şaka veya ciddi her türlü yalandan kaçınmalıdır. Çünkü bunu yapıp dilini yalan söylememeye alıştırınca Allâh onun göğsünü açar ve bilgisini antır. Böylece o, yalan nedir bilmez olur. Başkasının yalan söylediğini duyunca onu içinden ayıplar. O kişiden bunun zâil olması için duacı olunca Allâh ona sevap verir.

3. Birine söz verdiğinde güçlü bir mazereti olmayıp yapabilecek durumda iken sözünü tutmamazlık etmez. Çünkü bu, onun işinin yolunda gitmesini sağlar. Zira yemin, yalanın bir türüdür. Kişi, bunu başarabilirse ona cömertlikten bir kapı açılır ve hayâ derecesi verilir. Doğru sözlülerin sevgisine nâil olur ve Allâh onun derecesini yükseltir.

4. Herhangi bir canlıya lânet veya eziyet etmekten uzak durur. Çünkü bu, sadık ve iyi kulların ahlâkî özelliklerindendir. Bunu başarabilen kişiyi Allâh dünyada iken korur; âhirette ise ona yüksek makamlar verir. Onu helâkten ve insanların kötülüklerinden kurtarır. Ona kulların merhametini ve zatına yakınlığı bahşeder.

5. Herhangi birine, kendisine haksızlık etmiş dahi olsa beddua etmekten uzak durur. Ne diliyle onu kırıcı bir şey söyler; ne de davranışıyla ona mukabelede bulunur. Allâh nzası için onun zulmünü sineye çeker. Sözle veya fiille kötü bir karşılık vermez. Çünkü bu özellikler, sahiplerinin makamlarını yüceltir. Kişi bunu bir ahlâkî davranış olarak içselleştirirse dünyada ve âhirette şerefli bir makama; yakın veya uzak herkesin kalbinde sevgiye nail olur. Duası makbul olur, dünyada mü’minlerin kalbinde izzet sahibi ve hayırlı bir kimse olarak yer eder.

6. Ehl-i kıbleden hiç kimse hakkında “müşrik, kâfir ve münâfık” gibi nitelemelerde bulunmaz. Çünkü bu, merhamete daha yakın ve sahibinin makamını yücelten bir meziyettir. Sünneti tamamlayan bir unsurdur ve Allâh’ın ilmine karışmaktan ve O’nun kin ve öfkesine maruz kalmaktan uzak tutar, rızasına ve rahmetine yaklaştım. Bu, Allâh katında şerefli bir kapıdır ve kulda bütün insanlara karşı bir merhamet hissi peyda eder.

7. Gizli veya açık hiç bir günaha bakmaz, bunları kafasına takmaz ve organlannı günahlara bulaştırmaz. Bu haslet, kalbin ve organların dünyada en çabuk sevap kazanabileceği bir haslettir. Ayrıca Allâh bu haslete sahip olan kişi için âhirette nice hayırlar saklar. Allâh’tan bu hasletlerle amel etmeyi hepimize nasip etmesini ve kalplerimizden şehevî arzularımızı çıkarmasını dileriz.

8. İnsanlardan herhangi birine az ya da çok yük olmaktan sakınmalı ve ihtiyaç duyduğu veya duymadığı hiçbir konuda kimseye külfet çıkarmamalıdır. Bu, âbidlerin izzetini ve takvâ sahiplerinin şerefini tamamlayan bir unsurdur. Kişi, onun sayesinde kendisinde iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma gücü bulur ve bütün insanlar onun açısından hak konusunda birbirine eşit olur. Kişi bunu başarabilirse Allâh onu zenginliğe, yakîne ve kendisine güvenme duygusuna taşıyacaktır. Ayrıca bu, ihlâs ve samimiyete de en yakın olan kapıdır.

9. İnsanlardan en ufak bir beklenti içinde olmamalı ve onların elinde bulunan hiçbir şeye sahip olma arzusu taşımamalıdır. En büyük izzet, katışıksız zenginlik, yüce hükümranlık budur. Bu haslet, büyük bir iftitar kaynağı, dosdoğru bir yakîn, yeterli ve sağlam bir tevekküldür. Allâh’a güven duyma ve zühd kapılarından biridir. Takvâya onunla nâil olunur ve kulluk onunla kemâle erer. O, bütün benliği ile Allâh’a yönelenlerin emarelerindendir.

10. Tevazu sahibi olmalıdır; çünkü tevazu ile kulun makamı sağlamlaşır, derecesi yükselir Allâh ve insanlar katında izzet ve şeref onunla kemâl bulur. Kul, dünya ve âhiret işlerinden dilediklerine onunla güç yetirir. Tevazu, bütün ibadetlerin kökü, dalı ve kemâlidir. Kul, iyi ve kötü günde Allâh’tan razı olan sâlihlerin derecesine bu haslet sayesinde nâil olur. Takvânın da kemâlidir. Tevazu sahibi, insanlardan her kime rastlarsa onun kendisinden daha üstün olduğunu düşünür ve “Kim bilir belki de bu kimse Allâh katında benden daha hayırlı ve derecesi daha üstündür” der. Rastladığı kişi henüz küçükse “Bu, henüz Allâh’a karşı bir günah işlemedi, benimse nice günahım var. Hiç kuşkum yok ki bu benden daha hayırlıdır” der. Büyük birine rastlarsa “Bu, Allâh’a benden önce kulluk etmeye başladı” der. Bir alime rastlarsa “Bu, benim ulaşamadığım bir mertebeye ulaştı ve benim nâil olamadığıma nâil oldu. Benim bilmediklerimi öğrendi ve bilgisiyle amel ediyor” der. Cahil birine rastlarsa “Bu, Allâh’a karşı bilgisizliği yüzünden günah işledi. Ben ise bile bile günah işledim. Onun ve benim akıbetimizin ne olacağını bilemem ki” der. Kâfir birine rastlarsa “Bilemem ki belki de bu kişi müslüman olur ve ömrünü amellerin en hayırlısı ile tamamlar. Benimse kâfir olup ömrümü amellerin en şerlisi ile tamamlamayacağım ne malum!” der.

Bu haslet, korku ve şefkat kapısıdır. Kullarda ilk bulunan ve en son kalan şeydir. Kul mütevazı olursa Allâh onu her türlü kötülükten korur ve onu Allâh rızası için herkesin hayrını isteme makamına eriştirir ve o kul, Rahmân’ın seçkin kulları arasına girip Allâh’ın düşmanı İblis’in düşmanlarından olur. Tevazu, rahmet kapısıdır. Ayrıca bu vasfa sahip olan kişi kibrin yolunu ve kendini beğenmişliğin tuzaklannı kesip atar. Din, dünya ve âhiret hususunda kendiyle gurur duyma ve kibirlenmeyi reddeder. Tevazu, ibadetin tuzu; zâhidlerin şerefinin ve âbidlerin simasının son raddesidir. Hâsılı, ondan daha üstün hiçbir şey yoktur. Bununla birlikte tevazu sahibi kişi hiçbir varlık hakkında ileri geri konuşmaz ve tevazusuz hiçbir amel tamam olmaz. Yine mütevazı kimse, kalbinde kibir, zulüm ve aldayma gibi kötü duygular taşımaz. Gizli açık her ortamda aynı şeyi söyler, aynı şeyi diler ve aynı şeyi yapar. Samimi olmak ve başkalannın haynını istemek hususunda bütün insanlar onun açısından birdir. Bir kişi, insanlardan herhangi birini kötülükleriyle yâd ederken veya yaptığı bir şey ile kınayıp dururken ya da başkasının kendisinin yanında bir kötülüğüyle anılmasını isterken veyahut da birisi kötülüğüyle anıldığında bundan hoşnut olurken “başkalannın haynnı isteyen birisi” olamaz. Bu, âbidlerin afeti ve zühd sahiplerinin helâk sebebidir. Allâh merhamet edip âbidlerin ve zâhidlerin dilini ve kalbini korumuş başka.