Bir rüya ile Rasulüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in dedesi Abdülmuttalib’in zemzemi bulması en büyük faziletlerinden biridir.
Abdülmuttalib’in zemzemi bulmasını Ali ibni Ebî Tâlib (Radıyallâhu Anh), dedesi Abdulmüttalib’in şöyle anlattığını nakletmiştir: “Bir kere ben Hıcr’de (altınoluğun altında) uyurken bana biri geldi ve: ’Taybe’yi (o güzel suyu) kaz’ dedi.
Ben: ‘Taybe nedir?’ diye sordumsa da o cevap vermeden gitti.
Ertesi gün olunca yerime döndüm, yine orada uyuduğumda biri gelerek: ‘Berre’yi (o çok iyi suyu) kaz’ dedi. Ben: ‘Berre nedir?’ diye sordumsa da o cevap vermeden gitti.
Ertesi gün olunca yerime döndüm yine orada uyuduğumda biri gelerek: ‘Zemzem’i kaz’ dedi. Ben: ‘Zemzem nedir?’ deyince o: ‘O baş ağrıtmaz, ne kadar kullanılsa da suyu tükenmez ve hiçbir şeyi zemmedilmez (beğenilmeyecek bir tarafı yoktur). Sen onunla kıymetli hacıları suvaracaksın’ dedi.
Bu rüyâlardan sonra zemzemin durumu ve yeri kendisine açıklanan Abdülmuttalib riiyâlarının sâdık olduğuna kanaat getirince o gün için tek oğlu olan Hâris’le birlikte kazmasını alarak kazmaya başladı.
Bir zaman sonra kuyunun içi belirince tekbir getirdi. O zaman Kureyş onun murâdına erdiğini anlayarak yanında toplandılar ve: ‘Ey Abdülmuttalib! Bu İsmâ’îl’in kuyusudur, bizim de bunda hakkımız var, bizi de buna hissedâr et’ dediler. Abdülmuttalib ise: ‘Ben bunu yapamam. Zîrâ bu iş sizin aranızdan özellikle bana nasip edildi’ dedi.
Bu sefer onlar: ‘Bize insaflı davran, çünkü biz seni bir hakeme götürmeden bırakmayız’ deyince o: ‘Aramızda istediğinizi hakem yapın, ben ona müracaat ederim’ dedi.
Onlar da: ‘Benî Sa’d’ın kâhinesi Hüzeym’e gidelim’ dediler. O da bunu kabul etti. Bu kadın Şam’ın yüksek yerlerinde bulunuyordu.
Bunun üzerine Abdülmuttalib ve beraberinde Abdimenâf Oğulları’ndan bir fırka binekli halde yola çıktılar. Kureyş’in her kabilesinden bir kısım insan o cemaat içinde bulundu. O zaman her taraf çöldü (yol güzergâhında ihtiyaç temin edecek yerler yoktu).
Nihâyet onlar Hicaz’la Şam arasında bir yere vardıklarında Abdülmuttalib ve arkadaşlarının suyu tükendi.
Artık bir zaman susuzluğa katlandılarsa da neticede helâk olacaklarına kanaat getirince Kureyş kabilelerinden su istediler.
Fakat onlar: ‘Biz çöl yerinde size nasıl su verelim, sizin başınıza gelen tehlikeden biz de endişe duyuyoruz’ diyerek onlara su vermeye yanaşmadılar.
Abdülmuttalib, kavminin kendisine ne yaptığını görünce kendisi ve arkadaşları adına endişelenerek onların fikirlerini sordu.
Onlar da: ‘Bizim reyimiz senin reyine tâbi, bize dilediğini emredebilirsin’ dediler. O da onlara: ‘Bence herkes şu anda bulunan gücü kuvveti ile kendine bir çukur kazsın, içimizden hangisi önce ölürse arkadaşları onu çukuruna atıp sonra üstünü örtebilsin.
Çünkü bir adamın (kendisini gömen biri bulunmayıp açıkta kalarak) ziyân olması, hep birden ziyân olmamızdan ehvendir’ dedi.
Onlar: ‘İsteğini kabul ettik’ dediler ve her biri çukurunu kazmaya başladı. Sonra oturup susuzluktan ölmeyi beklediler.
Daha sonra Abdülmuttalib arkadaşlarına: ‘Vallâhi bizim burada kendimizi ölüme bırakmamız elbette bir acziyettir, başımızın çâresini aramayacak mıyız? Ola ki Allâh bize bir yerde bir su nasip eder’ dedi.
Böylece hareketlendiler, yanlarında bulunan Kureyşliler ise onların ne yapacağını gözlemeye başladılar.
Abdülmuttalib ayaklanıp bineğinin üstüne çıkmak isteyince tam yerinden kalkarken giydiği mestin altından bir tatlı su gözesi fışkırdı.
Bunu gören Abdülmuttalib ve arkadaşları tekbir getirdi.
O da, arkadaşları da o sudan içtiler ve tulumlarını doldurdular.
Sonra o, yanındaki diğer kabilelere: ‘Gelin burada su var, Allâh bizi suvardı, siz de için ve kaplarınızı doldurun’ dedi.
Bu durum karşısında mahcup olan ve daha evvel zemzem hakkında onunla dâvâlı olan kabileler: ‘Vallâhi ey Abdülmuttalib, Allâh bize karşı senin lehine hüküm verdi. Artık ebediyyen zemzem hakkında seninle çekişmeyeceğiz.
Bu çölün ortasında sana bu suyu ihsân eden kimse, zemzemi de o sana ihsân etmiştir. Artık murâdına ermiş olarak suyuna dönebilirsin’ dediler ve kâhin kadına gitme fikrinden vazgeçip onunla birlikte Mekke’ye döndüler.
Abdülmuttalib’in zemzemi bulmasından sonra onun zemzemi yönetmesine de karışmadılar.” (Ezrakî, Ahbâr-u Mekke:2/42-46; Beyhakî, Delâilü’n-rıübüvve: 1/93-95; Süyûtî, ed-Dürru’lmensûr: 7/2 78-280)